9 Temmuz 2009 Perşembe

YERLERİ TÜKETME KILAVUZU OLARAK EDEBİYAT


RAHMİ ÖĞDÜL

9 Temmuz 2009

Edebiyatla, yazıyla yerlerin tüketilmesi arasında doğrudan bir ilişki var. Günümüzde artık posası çıkarılmış, tüketilmiş ve çöküşe geçmiş mekânların tarihine baktığımızda işin başında, edebiyat tarafından oluşturulan yer söylencelerinin olduğunu görüyoruz. Moderniteye özgü olan yer söylenceleri hala devam ediyor. On sekizinci ve on dokuzuncu yüzyılda romantik üslupla kaleme alınan yazılar, yabanıl doğayı, vahşiliği, kırsallığı temsil eden modern-karşıtı, “itici” yerleri estetize ederek, buraları modern bireyin tüketimi için hazır hale getirmişlerdir. Baktığı her şeyi peyzaja çeviren bakışlarıyla bu yazarlar, başka bakışları da peyzaja estetik değer yükleme konusunda eğitmişlerdir bir bakıma; dolayısıyla doğa ve kırsal kesim, görsel bir tüketim nesnesi olarak modern bireyin repertuarına dâhil edilmiş oldu.

Bu sürece kısaca göz atalım isterseniz: Daha önceleri pek de makbul olmayan bir doğa parçasını bir şekilde ilk kez ziyaret eden yazar, o yer hakkında romantik üslupta yazılar kaleme alır. Sonra bu yazarı okuyan eğitimli kesim burayı ziyaret etmeye başlar ve yazarın bakışıyla burayı deneyimlemeye çalışır. Ardından başka yazılarla ya da dilden dile aktarılan bilgilerle bu yerin meraklıları çoğalır. Böylelikle giderek bir yer söylencesi inşa edilmiş olur. Ballandıra ballandıra anlatılan bir yer, haliyle bir bal çanağı haline gelecektir sonunda. Herkes orada olmak isteyecektir.

Bir zamanların yabanıl bölgesi olan ve hatta vatan toprağından bile sayılmayan İngiltere’deki Göller Bölgesi’nin başına gelen de buydu; 19. yüzyılda Coleridge, Southey ve Wordsworth’un yazdığı şiirlerle bu bölgenin popülerliği artmış, bu şairler de “Göller Bölgesi Ozanları” olarak ünlenmişlerdir. Şimdilerde burası tam bir turistik cazibe merkezidir.

Medyada dehşetle izlediğimiz Bodrum’un tarihi de Göller Bölgesi tarihini andırıyor; eşek sırtında, eğri büğrü patikalarda aylarca süren yolculuktan sonra sürgün edildiği Bodrum’a varan Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın yazıları sayesinde bir yer söylencesi yaratıldı ve Kabaağaçlı da Halikarnas Balıkçısı olarak nam saldı.

Aslında bu süreç, biyoloji ders kitaplarından bildiğimiz, doğada yaşanan “süksesyon” sürecini hatırlatıyor; hani deniz kenarındaki çıplak bir kaya parçasına ilk önce bakteriler yerleşip incecik bir tabaka oluştururlar, ardında da başkaları gelir ya, işte o süreci. Bakterilerle beslenen diğer mikroorganizmalar çok geçmeden bu tabakanın üzerindeki yerlerini alırlar. Daha sonra da bunları diğer bitki ve hayvanlar izleyecek ve kayanın kolonileşmesi tamamlanmış olacaktır.

Modern çağda yerlerin, her sınıftan insan tarafından işgal edilen turistik bir cazibe merkezi haline gelmelerine, dolayısıyla sonunda kimi kez çöküşlerine bir bakıma öncülük etmiştir yazarlar. Yazarları başkaları izlemiş ve yerin popülerliği, yazarların popülerliğiyle birlikte giderek artmıştır. Böyle bir yer, bir doyum/duraklama noktasına ulaşır sonunda; bu noktadan sonra pek çok yerin çöküşe geçtiğini biliyoruz. Bodrum ya da Marmaris böyle bir grafik izleyen yerlerdir. Günümüzde yerlerin tüketilmelerinin sorumluları olarak “görgüsüz tatilci ahalisi”ni suçlamak, çıplak kaya yüzeyine ilk yerleşen organizmaların daha sonra gelenleri suçlamasına benziyor biraz. Kapitalist ilişkiler “süksesyonu”nda hiç kimse göründüğü kadar masum değil. ‘Keşke ilk adım hiç atılmamış, ilk yazı hiç yazılmamış olsaydı’ diyesi geliyor insanın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder