12 Temmuz 2009 Pazar

TATİLLER: GEÇİCİ ÜTOPYA MINTIKALARI

RAHMİ ÖĞDÜL

12.07.2009

Ama bu kez dünyayı bir tatile dönüştürecek muzaffer Dionysos olarak geliyorum. Çok da fazla zamanım yok / Nietzsche

Saat-zamanının henüz ortaya çıkmadığı dönemlerde, zaman toplumsal faaliyetler tarafından örgütlenirdi. Zamana, akıp giden, harcanabilen ya da tasarruf edilebilen bir şey olarak bakılmazdı. Hasat zamanı, ekin zamanı, panayırlar, karnavallar, bayramlar, şenlikler gibi doğanın ve toplumun döngüselliği belirlerdi zamanı. İnsanlar kiraz zamanında doğar, zemheri soğuklarında ölürlerdi mesela. Sonra bu döngüsel zaman anlayışı bir yerinden kırıldı, koparıldı ve hep ileriye doğru akan, bölümlere ayrılabilir, hesaplanabilir çizgisel bir zaman olarak saat-zamanı ortaya çıktı. Modern toplumlarda toplumsal faaliyetler saat-zamanı tarafından belirlenir oldu. Sanayi uygarlığının ilk ayırt edici özelliğinin genellikle buharlı makineler olduğu öne sürülür, oysa çok daha önemli bir makine olan saat, zamanı düzenleyerek kapitalist yaşam tarzının iyice yerleşmesine zemin hazırlamıştır. Toplumda meydana gelen bu değişimle birlikte insanlar, saat tarafından hizaya sokulan, disipline edilen zamansal özneler haline geldiler. Günümüzde artık toplumsal mücadeleler, iş gününün kısaltılması, çalışma saatlerinin düzenlenmesi, saat ücreti, tatil gibi konular etrafında gerçekleşen bir tür zaman savaşlarına dönüşmüştür.

Saat-zamanının yönetmediği bir yer kalmış mıdır hala diye merak ediyor insan. Dijitalleşen saatlerin son sürat ileri akan sularından dışarı çıkmak, kıyıda, yani zaman-dışında bir an soluklanmak, oyalanmak mümkün mü? Galiba tatil, böyle bir yanılsama yaratıyor insanda. Gasp edilen zamanın yeniden ele geçirileceği beklentisini oluşturuyor. Kendi zamanımızı yaratabileceğimiz, ertelediklerimizi şimdi ve burada gerçekleştirebileceğimiz bir an; saat-zamanının içinde saat-zamanı olmayan bir zaman dilimi. Tatil: kapitalist yaşam biçiminin örgütlediği gündelik hayatın bir dışı; mekanikleşmiş çalışma yaşamından bir kaçış. Kısa vadede hafta sonları ve yıllık tatiller, uzun vadede ise emeklilik, böyle bir zaman-dışılık özlemini temsil ediyor. Ertelenen arzuların, isteklerin, hazların, tatilde gerçekleşeceği umut ediliyor. Henüz varlık haline gelmemiş, henüz başarılmamış kişiliğimizin/benliğimizin gerçekleşeceği bir ütopik zaman olarak tatil…

Adorno ve Horkheimer’in belirttiği gibi boş zaman, mekanikleşmiş çalışma sürecinden bir kaçışı temsil etse de kapitalist üretim ilişkileri, yaşantılarımızın her alanına öylesine damgasını vurmuş ki boş zaman deneyimi çalışma sürecinin bir “after-image”ı olarak beliriyor (yani, görsel uyaran ortadan kalksa da görsel imgenin hala devam etmesi durumu). Kapitalist imge, artçı imgeleriyle hala bizi rahatsız etmeyi sürdürür tatilde de. Dolayısıyla boş zaman, kapitalist üretim dünyasıyla doğrudan temas halinde; bu da bu dünyadan kopuşu imkânsız kılıyor adeta. Boş zaman, her şeyi totaliter bir kapitalist tahakküm sistemine bağlı kılan sosyal hiyerarşinin kalıcı izlerini taşıyor.

Haklılar doğrusu; boş zaman kapitalist sistem içinde, dolayısıyla saat zamanına göre örgütlenen, disipline edilen, kaçmak istediğimiz mekanik çalışma sürecini tekrar eden bir faaliyet olup çıkıyor. Tatilde belirli bir plana göre tanımlanmış, titizlikle uyulması gereken programlar izleniyor; yolculuk süreci, taşıtların kalkış varış saatleri, varılan yerde yapılması gereken işler gibi faaliyetler hep ince bir planlamayı gerektiriyor. Tam da kaçmak istediğimizin şeyin tam göbeğine düşüyoruz yeniden; o yüzden her tatil, hep diğer tatilleri özlüyor biraz. Sürekli ileri kaçan bir ufuk çizgisi gibi, henüz gerçekleşmemiş arzularımızın peşinden koşuyoruz.

“Umut İlkesi” yazarı Ernst Bloch’un Heimat kavramı ile tatil arasında bağ olduğu görülüyor; Bloch’un felsefesinin ana izleği, henüz varlık kazanmamış, henüz elde edilmemiş Heimat, yani anavatandır. Heimat, ütopyanın gerçekleştirildiği yer, insanların ve dünyanın barıştığı ve daha iyi bir yaşam hayalinin nihayet vücut bulduğu anavatan olarak anlaşılıyor. Bu anavatan henüz var değil tabi, henüz kimse yaşamıyor orada; fakat çocukluğumuzda hepimizin bir an için bile olsa yakalayabildiğimiz ve yaşamımız boyunca hep bizimle birlikte olan bir duygu: yoksunluğun, yabancılaşmanın ve gaspın olmadığı bir varoluş. Geçmiş ve mevcut pratiklere içkin olan bu ütopik unsurun izini tatil kavramı içinde de görmek mümkün.

Zamanın dakikalar, saatler halinde paketlenmesi gibi, ütopyaların da tatil başlığı altında paketlenip bize pazarlandığı günümüz toplumunda boş zaman/tatil kavramını yeniden düşünmemiz gerekiyor. Hayat, her türlü paketleme faaliyetinin dışında akıyor ve henüz kendini gerçekleştirmemiş varlık olarak insanın umudu her türlü kapatılmanın dışına taşıyor. Ütopik potansiyeller taşıyan tatil kavramı, saat-zamanını, çalışma sürecini, kapitalist yaşam tarzının kılcal damarlarına dek sızdığı hayatımızı yeniden değerlendirmemiz için fırsatlar sunuyor bize; zaman savaşları sürüyor: bir başka zaman hala mümkün.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder