2 Temmuz 2009 Perşembe

GRAFOMANLARIN GERİ DÖNÜŞÜ


RAHMİ ÖĞDÜL

02 Temmuz 2009


İlginçtir, bedene yapılan süsler, özellikle de dövme ondokuzuncu yüzyılda hem kriminoloji hem estetik ve mimarlık kuramlarının ilgisini çeken önemli bir konuydu. 1700’lerde Kaptan Cook’un Güney Denizleri’ne düzenlediği seferler sayesinde Batılılar, yerli bedenlerindeki dövmelerle tanıştılar ilk kez. Aynı dönemde Kant, Yeni Zelandalılar’ın dövmesi ile mimari süslemeyi karşılaştırmış ve her ikisini de bir amaç çerçevesinde düzenlenmiş bir forma yapılan dışsal eklentiler olarak değerlendirmişti. İlkelliklerinden daha çok süsün ve dövmenin yararsızlığından dem vuruyordu yazısında.

Ondokuzuncu yüzyılın ortalarında Batı’nın dövmeye ve süslemeye bakışında önemli bir değişim oldu. Darwin, Beagle gezisi sırasında karşılaştığı yerlilerin dövme tutkusu karşısında hayrete düşmüştü. “Süslenmeye tüm barbar ırklarda çok değer veriliyor” diye yazıyordu. Süslenme ile ilkellik artık aynı anlama gelmeye başladı. Dönemin sosyal-Darwinci anlayışları doğrultusunda bireyler, topluluklar, uluslar, sözde evrim skalasındaki yerlerine göre tanımlanır oldu. Toplumsal evrimin en üst düzeyine yerleştirilen modern toplumun dışında kalanlara, atavistler, yozlaşmış kişiler ya da ilkeller denildi; süse düşkünlükleri nedeniyle kadınlar ve çocuklar da bu gruba sokulmuştu.

Ondokuzuncu yüzyıl İtalyan kriminologu Cesare Lombroso (1836-1909), süslenme ile ilkellik birlikteliğine bir de suç faktörünü ekledi. Lombroso’ya göre atavistik doğalarından dolayı ilkeller ve suçlular bedenlerine dövme yaptırıyordu. Lombroso, araştırmasını suçlu bedenlerden suçluların kültürüne doğru genişletip suçluların çizimlerini de inceledi. Buldukları her yüzeye (duvarlara, su kaplarına, yatak demirlerine, kitapların kenarlarına) kendi düşünce ve duygularının izlerini bırakıyorlardı. Suçluların önüne geçemedikleri bu çizme, yazı yazma arzusuna grafomani adını verdi Lombroso.

“Kültürün evrimi, kullanım nesnelerinin süsten arınmasıyla eş anlamlıdır” düsturuyla işlevselci modern mimarinin yolunu açan mimar Adolf Loos (1870-1933), Lombroso’nun sıkı takipçilerinden; tıpkı onun gibi dövmeyi suçlular ve ilkellerle ilişkilendiriyordu. “Bedenine dövme yaptıran modern bir insan ya suçlu ya da yoz biridir. Suçluların yüzde sekseninin dövmeli olduğu hapishaneler var. Hapiste olmayan dövmeli kişiler ya gizli suçlu ya da dejenere aristokratlardır” diye yazıyordu Loos.

Lombroso’yu izleyen Loos, duvarlara erotik semboller çizen modern bireyin sapkın ya da yozlaşmış biri olduğu sonucuna vardı. O da dövmeleri ve duvar yazılarını evrimsel gelişimin açık bir göstergesi olarak görüyor ve şöyle diyordu: “Bir ülkenin kültürel gelişimini tuvalet duvarlarındaki grafiti miktarıyla ölçmek mümkün. Çocuklarda ve ilkellerde bu arzu anlaşılabilir, fakat Papualı ve çocukta doğal sayılabilecek bu şey, modern insanda bir yozlaşma belirtisidir.”

Lombroso’nun kriminal antropolojisi çoktan terk edildi; oysa Adolf Loos üzerinden modern estetiğe ve mimariye sızan düşünceleri yirminci yüzyılın sonlarına dek sürdü. Ötekileştirilip Batı uygarlığının dışına yerleştirilen yerli kültürleri, Batılı bedenlerde yeniden zuhur ediyor günümüzde. Bir zamanlar suçlulara ve yerlilere özgü kültürün parçası sayılan ve bastırılmaya çalışılan dövme ve grafitinin artık neredeyse ana akım estetiğine dâhil edildiğine tanıklık ediyoruz. Kimliklerin ve kentlerin sürekli inşa halinde olduğu post-modern durumda bedenler de dövmeler aracılığıyla sürekli tadilat geçiriyor. Grafomanik arzu her yöne dağılıyor. Bastırılmış olanın büyük bir patlamayla geri döndüğünü görüyoruz: Grafomanlar aramızda.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder