15 Temmuz 2009 Çarşamba

COLTRANE’İ ANMADAN GEÇMEK OLUR MU?


RAHMİ ÖĞDÜL

16.Temmuz.2009

Caz tarihinin gelmiş geçmiş en büyük saksofon ustalarından John Coltrane tam 42 yıl önce, 17 temmuz 1967’de, ağzından düşürmediği enstrümanından 41 yaşındayken ayrılmak zorunda kalmıştı.

Genç yaşında Miles Davis, Theolonius Monk gibi caz ustalarının orkestralarında çalma fırsatı yakalayan Coltrane, özellikle bu iki müzisyenle yaptığı işbirliği sırasında kendi müziğini geliştirmeye başlamıştır. 1950’lerde Coltrane’in sololarının giderek daha uzun soluklu ve araştırıcı hale geldiğini işitiyoruz. Bir müzik parçasına yaklaşmanın farklı yollarını arıyor gibidir. Miles Davis bir keresinde sololarının çok uzun olduğundan söz etmiş Coltrane’e; Coltrane de “nasıl duracağımı bilemiyorum” diye yanıtlamış. Davis’in de bunun üzerine “çıkarsana ağzından şu aleti” dediği anlatılıyor. Coltrane enstrümanıyla yekvücut olan sanatçılarından biriydi. Birlikte çalan Davis ile Coltrane’in müziğe yaklaşımlarındaki farkı görmek mümkündü; Davis ince, narin çalışıyla belirli bir müzikal uzama denk düşen tek doğru notayı arıyordu sanki; buna karşın Coltrane, havayı katman katman ses dalgalarıyla dolduruyor, bu nota katmanları arasında dolaşmayı seviyordu.

1960’da Coltrane kendi grubunu kurdu. Önceleri grup dönemin caz müziği akımı hard bop tarzında çalışmalar yaptı. Çok geçmeden diğer etkiler müziğinin içine sızmaya başlamıştı bile. 1960’ların başlarındaki müziği tinsel bir yaklaşımın izlerini taşıyor. Köle spirütüelleri ve Hint klasik müziği gibi birbirinden farklı kaynakları birleştiren Coltrane hard bop cazı bırakıp, çok daha araştırıcı, huzursuz, kıpır kıpır bir müziğe doğru yöneldi. Soloları uzadıkça uzuyordu. Sonu gelmez bir deneye kalkışmış gibiydi. 1960’lardaki konser videolarında Coltrane’i saksofonuyla bütünleşmiş, gözleri sıkıca kapalı, ardı arkası kesilmeyen notalar denizinde yüzerken görmek mümkün. Bu anlarda Coltrane müziğin içine gömülüyor, notaların içinde kayboluyordu adeta.

1960’ların ortalarına gelindiğinde Coltrane’in, sadık dinleyicilerinin bile dinlemekte zorlandıkları atonal müzik tarzında, serbest caz alanında deneyler yaptığı görülüyor. Cazın kıyılarında çalan yeni müzisyenlerle birlikte deneysel diyaloglara girişiyordu. Son albümlerinden “Ascension (Göğe Yükseliş)”, en zorlayıcı caz kompozisyonlarından biridir. “Ascension”ın müzikal yapısı kakışımlıdır (kakafonik), dağınıktır, soluk kesecek ölçüde yeğindir.

Coltrane günde sekiz saat çalışıyordu. Farklı müzik formlarını, diyalog kuracak farklı müzisyenleri arayıp durdu. Amacı, müziğe hakim olmak değil, bilakis icra anında saksofonu aracılığıyla müziğin gizil (virtüel) alanıyla temas kurmak, gizil olanı edimsel hale getirmekti. Dolayısıyla müziğin dışında değil, içinden hareket ediyordu.

Coltrane’in müziğini tanımlarken aşkın olana gönderme yapılır çoğu kez. Oysa müziğin ötesinde, dışında bir şey yoktu Coltrane için. Müzik çok farklı şekillerde fiili/edimsel hale gelebilen, gizil farklılar alanıdır. Müziğine gizil olanın araştırılması olarak, henüz gerçekleşmemiş gizil farklılıkların açığa çıkarılması olarak bakıldığında Coltrane’in müzikal yolculuğu daha da anlamlı hale geliyor. Müziğe dışardan dayatılan sınırları, içerden ihlal eden biridir Coltrane; müziğin içindeki gizil güçleri, farklılıkları harekete geçiren biri. Coltrane kendi müziğini icra ederken, müzik de kendisini Coltrane aracılığıyla icra ediyordu bir anlamda. Özne ve nesnenin yok olduğu müzik-oluş anlarında ortaya çıkan bu “coltrane-müzik” varlığını, ölümünün 42. yıldönümünde anmadan geçmek olmazdı doğrusu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder