RAHMİ ÖĞDÜL
21.07.2015
Karşımızda durmadan hile yapan bir oyuncu var: Zar tutuyor; okeyde taş çalıyor; pokerde kâğıtlara tırnak atıyor. Tüm hilelerine rağmen yere düşen zarlar istediği kombinasyonda gelmeyince şimdi de oyunbozanlık yapıyor; “zarları bir daha atalım” diye tutturmuş ve gözü kara; el çabukluğu ile yere düşen zarları bozup “olmadı, yeni baştan” diye mızıklanıyor. Halbuki, “oyunun, zar atımında olduğu gibi iki anı vardır: zarların atıldığı an ve zarların düştüğü an” ve “atılan zarlar rastlantının olumlanmasıdır, düşerken oluşturdukları kombinasyon ise zorunluluğun olumlanması” (Deleuze, ‘Nietzsche ve Felsefe’, Norgunk). Hile yapan oyuncu, kötü bir oyuncu olduğu için gelen kombinasyonu, zorunluluğu olumlamak bir yana, istediği sayıyı elde edene kadar zarları yeniden ve yeniden atma taraflısı. Kafasında sadece hep yek var; hep yek atarak topyekûn yıkımı gerçekleştirmek ve kendi imgesinde yekvücut olmuş yeknesak bir toplum kurmayı tasarlıyor. Ama olmadı, yere düşen zarlar hep yeki değil de hep çoğu gösterince, mecliste etnik, cinsel, dinsel çeşitlilikler tezahür edince paçaları tutuştu. “Gelen sayıyı, çokluğu yok sayalım, hatta kapatalım, bu çokluğu tüm matematik, istatistik kitaplarından silelim” diye çabalıyor. Zarları, yüzeylerinde sadece bir sayısı olacak şekilde düzenlemeleri için mahkemelere çağrı yapıyor.
Zarlar atılmış ve kötü oyuncunun tüm hilelerine rağmen zarlar yere düşmüş ve düşen zarların kombinasyonu çokluğu göstermiştir; tablo ortada. Bu, zorunluluğun tablosudur, oynamak zorunda olduğumuz, oldukları bir tablo. Peki, kaybedeceğini anlayan kötü oyuncu ne yapacak? Yapabileceği son bir hamle kalmıştır geriye; o da tabloyu ters çevirip baş aşağı asmak. Düzgün asıldığında barışın, çokluğun yüzeye çıktığını gösterebilecek bir tablo, baş aşağı asıldığında aniden çokluğu bastıran “bir”in savaş sahnesine dönüşüyor. Ve kötü oyuncunun yancıları hep bir ağızdan bu ters asılmış tabloyu, savaşı övmeye başlıyorlar; bunlara yandaş medya deniliyor.
Tablonun ters çevrildiğini fark etmeyenler, araya giren yancıların seslerine aldananlar, algı operasyonuna maruz kalanlar birden kötü oyuncunun tablosunu desteklemeye başlıyorlar ve bunlara da milliyetçi deniliyor. Bu yeni bir şey değil, sanat dünyasında da buna benzer şeyler olmuştur. 16.yy’da Arcimboldo bilerek, düzgün asıldığında başka, ters asıldığında başka şekilde görülebilecek tablolar yapmıştır mesela. Bir tas içindeki sebzelerin çokluğunu gösteren tablosunu baş aşağı çevirdiğinizde çirkin bir tek adam portresine dönüşür ya da çokluğun yerini “bir” almıştır. Henry Matisse örneğiyse daha da manidardır. Düzgün asılmak üzere yaptığı “Le Bateau” adlı resmi, 1961’de New York Modern Sanat Müzesi’nde (MoMA) baş aşağı sergilenmiş ve tam 47 gün boyunca kimse fark etmemiştir; ta ki biri çıkana ve resmin ters asıldığını söyleyene kadar. Toplumsal tablonun ters asıldığını fark edenlere sosyalist, komünist ya da anarşist deniliyor.
Kötü oyuncu, tablonun ters asıldığını söyleyenleri sindirmeye, susturmaya çalışıyor şimdi. Barış tablosunu desteklemek için yollara düşen ve ne yazık ki kötü oyuncunun baş aşağı astığı tabloya Suruç’ta yenik düşen gençlerden Alper Sapan’ın anarşist bakışı tabloyu düzeltmek için çok geç olmadığını hatırlatıyor bize: “19 yaşında bir anarşistim. Devletin adaletsizliğine, sömürüye ve zulme karşıyım. İnsanın insan öldürmesini, şiddeti ve devleti reddediyorum” diye yazmıştı vicdani reddinde. Kimse için ölmeyeceği, öldürmeyeceği, savaşsız bir dünya istiyordu sadece. Yüzeye çıkan barışın, çokluğun görüntüsü tersine çevrilince çirkin bir yüzle karşılaştık.
“Devlet yine ‘fa’ sesi veriyor, duymuyor musunuz?” diye sormuştum bir yazımda, faşizmin “fa”sı. Ve tablo tersine çevrilince faşizmin, “bir”in kulakları tırmalayan, bedenleri parçalayan sesi, tüm sesleri bastırıyor artık. Oysa zarlar atılmış ve çokluk gelmişti. Bir kez daha sormak gerekiyor: Tabloyu kim ters çeviriyor?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder