Henry Fuseli |
Theodore Géricault |
Theodore Géricault |
01.05.2015
‘Parçalanmış Beden/Modernitenin Metaforu Olarak Fragman’: Sanat tarihçisi Linda Nochlin’in 2001 tarihli kitabının başlığı. Yazar, 18.yy’ın sonundan itibaren bütünlüklü bir dünya algısının yitirilmesinin ve bedenin parçalanmasının sanattaki izlerini neo-klasisizmden başlayarak modern sanata dek sürüyor. Bütünün parçalanması, bütünlük duygusunun yitirilmesi ve bu durum karşısında bireyin trajik durumu. Yazar, Henry Fuseli’nin 1778-79 tarihli “Antik Yıkıntıların İhtişamı Karşısında Kahrolmuş Sanatçı” adlı yapıtıyla başlatıyor bu parçalanmayı. Fuseli, antik dönemde yapılmış devasa bir insan heykelinin parçaları karşısında, bireyin yaşadığı hüznü yansıtmış resminde. Bir lahdin üstünde duran ayak ve el; hem toplumsal hem de bireysel bedenin parçalara ayrılmasına işaret ediyor.
Gelenekten geleceğe
Modern dönemin resmen başladığı Fransız Devrimi’yle birlikte parça, olumsuz bir metafor olmaktan çıkmış ve olumlu anlamlar kazanmıştır. Devrim ve sanatçılar açısından parça, geçmişe dair bir özlemi yansıtmaz artık; geçmişin kasıtlı olarak yıkımı ya da baskıcı geleneklerin, yani feodal ilişkilerin parçalanması demektir. Bütünlüğün yitirilmesi bireysel düzeyde trajik olsa da modernite kendisini tamamen bu yitim üzerine kurmuş; bütünden geriye kalan parçaları yeniden düzenleyerek kendi anlam dünyasını yaratmıştır. Italo Calvino’nun ‘Görünmez Kentler’de anlattığı Ersilia kenti, yerinden yurdundan edilmiş insanlar, toplumsal bedenin parçalanması üzerinedir. Toplumsal ilişkilerini gösteren renkli ipliklerle ördükleri kentlerini terk edip ip karmaşasına bir tepeden bakan kentliler, bu ilişkilerin dışında kendilerinin bir hiç olduklarını anlamışlardır. Ve kapitalizm bir hiçe, toplumsallığından soyulmuş parçaya dönüştürdüğü bireyleri kentlerde, fabrikalarda bir araya getirerek bu parçalardan kendi işine yarayacak yeni bir beden yaratacaktır.
Modern zamanlarda insan bedeninin bir metafor olarak değil, bir gerçeklik olarak da parçalara ayrıldığı anlar olmuştur. Devrim sırasında kullanılan modern makine giyotinin, insan bedenini parçalara ayırdığına kitleler tanıklık etmişlerdi. Ressam Theodore Géricault’nun 1818-19’da insan bedeni parçalarını kullanarak yaptığı resimlerinde, bedenin bütünlüğünü tamamen ortadan kaldırırken kesik başları, kolları, bacakları kendi düzenlemesine göre tuvaline yerleştirir. Ve aynı yıl, 1818’de Mary Shelley, bu ceset parçalarını birbirine dikerek kendi canavarını yaratan ‘Frankenstein’ı yayınlamıştır. Yazar, ‘Frankenstein’ romanında kapitalizmin, toplumsal bağlarından çözerek hiçleştirdiği parçalardan fabrikalarda yarattığı canavarın, proletaryanın korkusunu yansıtmaktadır. Edebiyat eleştirmeni Franco Moretti, Frankenstein’ın canavarından söz ederken, “tıpkı proletarya gibi o da kolektif ve yapma bir yaratıktır. Doğada bulunmaz, insan elinin eseridir” diye belirtir ve ekler: “Canavarın bedeninde yeniden bir araya getirilip hayata döndürülen şey, feodal ilişkilerin çözülmesiyle suça, yoksulluğa ve ölüme sürüklenenlerin, yani yoksulların vücutlarının parçalarıdır” (Mucizevi Göstergeler, Metis).
Bu canavar sizin eseriniz
Burjuvazi, kendinden çok daha güçlü bir canavar yarattığında, kendi mezar kazıcısını da yarattığını fark etmiştir. Ve canavarı ortadan kaldırmak ister; örgütlü emeği, dayanışmayı parçalayarak canavardan kurtulacağını düşünür. Ama parçalanan canavar artık her yere dağılmış ve çoğalmıştır; olmadık yerlerde, olmadık zamanlarda dikilir karşısına. İktidar, uyumsuz öğelerin yan yana geldiği, sürekli form değiştiren bu canavarla baş edemeyince çirkinlikle ya da çapulcu olmakla suçlayacaktır onu. Oysa yarattığımız canavarın güzelliğini, Alfred Jarry ne güzel de dillendirmiştir: “Canavarı uyumsuz öğelerin bileşimi olarak tanımlamak adet olmuştur… Ben kendine özgü, tükenmez her güzelliği canavar olarak tanımlarım.” 1 Mayıslarla olgunlaştı bu tükenmez güzellik ve şimdi tüm meydanları iktidara dar ediyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder