RAHMİ ÖĞDÜL
22.05.2015
Dağları delen, canavarları öldüren, tanrılardan ateşi çalan kahraman. Yaşamın tüm ağırlığınıyüklendikçe yaşayan her şeyin sırtına da yük bindiren erkek. Erkek bir imalattır, ataerkilliğin fabrikasında üretilmiş bir ürün. Doğayı ve toplumu tahakküm altına almak, yaşamı kalıba sokup olumsuzlamak üzere programlanmış bir yaratık. Programını gerçekleştirmek için önce merkeze, ardından da kulenin en tepesine ulaşması gerekecektir. İktidar merkezine, hiyerarşik kuleye ulaşmasında kim yardım etmiştir ona? Doğa, toplum ve kadın katilinin yaratılmasında kimin payı var? Masallar, mitler ve toplumsal gerçekler hep kadına işaret ediyor. Varlığıyla diğer varlıkları ezen, farklı oluş hallerini kalıba ya da mezara sokarak yaşamın akışından koparan erkeğin suç ortağının kadınlar olması tuhaftır.
Doğunun destanı Ferhat ile Şirin’de kadına kavuşmanın koşulu olarak dağın, doğanın yıkımı gerekmektedir. Ferhat’ın uğruna dağları deldiği Şirin de en az Ferhat kadar doğanın yıkımından sorumludur. Dağı delmek, bir habitatın, dağı mesken tutmuş yaşayan her şeyin yıkımıdır ve bu yıkımın gerçekleştirileceği yer, merkezdir ve bir yıkım merkezi. Erkek bir iktidar olarak var olduğu her yeri bir yıkım merkezine çeviriyor.
MERKEZE GİDEN YOL
Theseus ve Ariadne mitinde Theseus’a, canavarı öldüreceği labirentin merkezine ulaştıracak ipi bir kadın, Ariadne vermiştir. Ariadne’nin ipi merkeze giden yoldur, labirentin kıvrımlarını düzleştiren, çizgi haline getiren bir ip; kahramanın hız yapacağı otoyol. Kıvrım üstüne kıvrım yaparak katmerlenmiş yaşam, kadın sayesinde otoyola dönüşmüştür. Artık kıvrımların arasında kaybolmadan büyük yıkımları, kıyımları gerçekleştireceği iktidar merkezine kolaylıkla ulaşabilecektir. Merkeze vardığında ilk işi bir melezi, yarı boğa yarı insan olan Minotauros’u, yani yaşamı öldürmek olacaktır. Sonra nefretini, yaşam belirtisi gösteren diğer şeylere yöneltir. Saflık arayışında olan erkek, saflık ideali uğruna, saf olmayan her şeyi yok etmeye kararlıdır. Oysa yaşamda saflık diye bir şey yoktur. Şeyler melezleşerek bir kıvrım denizi gibi yayılırlar yeryüzünde. Merkezi, olmayan bir saflığa göre, ancak öte dünyada var olabilecek bir saflığa göre örgütledikçe, merkez bir mezarlığa dönüşecektir: Ölü kimliklerin ebedi istirahatgâhı olan nekropolise, ölüler kentine. Erkek bir mezarlıkta istirahat edebilir ancak.
YAŞAMI DENETLEYEN KULELER
Merkeze ulaşan erkek, yaşamı denetim altında tutmak, en küçük bir yaşam belirtisini anında yok edebilmek için bir kuleye ihtiyaç duymuştur her zaman; ister buna panoptikon kulesi deyin, ister Babil Kulesi. Her iki kule de yaşamın akışını engellemek ve denetlemek için kurulmuştur. Yaşam, hiyerarşik kulenin altında ezilir, katılaştırılır ve forma sokulur. Ve bilinç dediğimiz şey, Nietzsche’ye göre tam da bu kulede inşa edilen bir şeydir: Bilinç, “Her zaman kendinden üstün olana boyun eğen veya ona katılan astın bilincidir” (Deleuze, ‘Nietzsche ve Felsefe’, Norgunk). Boyun eğenlerin hiyerarşik kulesi. Erkeğin bu kuleye tırmanmasına yardım eden de bir kadındır. Kulenin dibinden Rapunzel’e seslenir: “Uzat altın sarısı saçlarını, ben geldim.” Ariadne’nin merkeze götüren ipi, Rapunzel’in kuleye çıkaran saçları. Her başarılı katilin arkasında bir kadın vardır.
Erkek, hep birlikte inşa ettiğimiz kurmaca bir karakterdir. Üstlerine boyun eğen ve yaşayan her şeye boyun eğdiren bilinç. Baskın bir ifade biçimi olan bu eril bilinçten, iktidardan kurtulmadıkça, yaşamın bir mezarlığa dönüşmesi kaçınılmaz. Nâzım Hikmet ne demişti?: “Kabahat senin/demeye de dilim varmıyor ama/kabahatin çoğu senin/canım kardeşim.” Bizler Ariadne’nin ipi, Rapunzel’in saçları sayesinde erkek/kahraman olduk ve şimdi Deleuze ile birlikte sormamız gerekiyor: “Bir erkek olmanın utancından daha iyi yazma sebebi olabilir mi?” ya da bir erkek olmanın utancından daha iyi bir yaşama sebebi? Zaten başka seçenek var mı?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder