28 Mayıs 2015 Perşembe

KADIN PORTRESİ YAPMANIN ZORLUĞU

Fotoğraf: Erhan Altan

Nazan Azeri/Karalamalar

Henri Matisse
RAHMİ ÖĞDÜL
29.05.2015
Bir sokak ressamının mesleğindeki en kolay ya da en zor ânı. Büyükada’dan bir fotoğraf karesi duruyor karşımda; sevgili dostum Erhan Altan çekmiş. Siyah çarşaflara bürünmüş ve birbirlerinden ayırt edilmesi zor Arap kadınlar ressamdan portrelerini yapmasını istemişler. Yüzlerinin görünen kısmı sadece gözleri olduğu için ressamın işi kolay. Ama öte yandan bir portre ressamı olarak görünmez olanı görünür kılmanın zorluğuyla da karşı karşıya. Portre ressamı, kimliğimizi belirleyen yüzeyimiz olan yüzümüzün niteliklerini olabildiğince yansıtarak bir temsilimizi üretebilir ancak. Yüzün nitelikleri büyük ölçüde örtülüyse ve sadece gözler açıkta kalmışsa kişi ile temsili arasında benzerlik sorunu ortaya çıkabilir. “Bu resim bana benzemiyor” diyebilir, siparişi veren kişi.
SANATÇININ 'AŞIRI' YORUMU 
Ontolojik bir problemle karşı karşıyayız; yani varlık sorunuyla. Varlığa kimliğini veren nitelikleridir ve bu nitelikler tamamen örtülüyse ve kimliği ayırt edilemiyorsa ressam o varlığın varlık olduğunu nasıl ayırt edip bize gösterebilecek? Bu sorun, Ortadoğu ile Batı’yı ayıran metafizik bir sorundur aynı zamanda. Sanat felsefecisi Mario Perniola’nın ‘Clothing and Nudity’ başlıklı makalesinde belirttiği gibi, İbrani geleneğinde hakikat örtülüdür; Tanrı Musa’ya: “Benim yüzümü göremezsin, zira benim yüzümü görüp de yaşayamazsın” demiştir. Ortadoğu’da Tanrı’yı ancak bir ışık huzmesi olarak, yani örtülü görmek/göstermek mümkündür. Batı’nın yaslandığı Yunan geleneğinde ise hakikat kendisini tüm çıplaklığıyla ve tüm nitelikleriyle sunar bize. Platon’un mağara meselinde anlattığı, mağarada gölgelerle, yanılsamalarla oyalanan tutsaklar mağaradan dışarı çıkmayı başardıklarında ideaları, yani hakikati tüm çıplaklığıyla görebilirler. “Theoria” kavramı Yunanca’da özenli, titiz bir görme edimini vurguluyor. Aynı anlam Osmanlıcasına da taşınmıştır: Nazariye. Ortadoğu varlığı örterken, Batı varlığın tüm niteliklerini gözler önüne sererek iş görür. Batının portre resmi de bireye kimliğini veren niteliklerini göstermek zorunda.
Rönesans insanı Alberti’nin “Bir resme bakmakla resmin gösterdiği şeye bir pencereden bakmak arasında görsel açıdan hiçbir fark olmamalıdır” ilkesi, modernist sanatla birlikte geçersiz kılınmış ve modelin gerçek görüntüsü ile tuvalde üretilen imgenin arasına sanatçının aşırı yorumu girmiştir. Ama sokak sanatçısı modelini bir pencereden görüldüğü gibi resmedecektir yine de; sokak sanatçısı mesleğinin sınırlarını zorlayıp kübist ya da dışavurumcu bir üslupla modelini soyutladığında siparişi veren kişi ressamı, kendisini çirkin resmetmekle suçlayabilir ve ticari anlaşma kesintiye uğrar.
GÖRÜNDÜĞÜ GİBİ DEĞİL 
Henri Matisse, Alberti’nin kriterini geçersiz kılan sanatçılardandır. Kendi karısını model olarak kullandığı ve ilk kez 1905’te sergilenen ‘Şapkalı Kadın’ adlı resmi tam bir fovist renk çılgınlığıyla boyanmıştır. Alışıldık portrelerden çok farklı olan bu resimde kadını göründüğü gibi değil, gördüğü gibi boyamıştır Matisse. Görünen niteliklerini değil, kendisinin karısına yüklediği kişisel özelliklerini yansıtmıştır. Gelgelelim bir eleştirmenin eleştirisinden de kaçamamıştır: “Göz kamaştırıcı ve etkileyici, ama gördüğüm en berbat boya sürme biçimi.” Kadın boya katmanları altında kaybolmuştur.
Hakikatin tüm çıplaklığıyla sergilendiği ve erkeklerin de kendilerini bir hakikat olarak çırılçıplak sergiledikleri Antik Yunan’da kadınlar örtünmek zorunda bırakılarak hakikatin ve kamusal hayatın dışına itilmişlerdi. Hakikatin örtülü olduğu Ortadoğu’daysa kadınlar örtülerek bir hakikat mertebesine ulaştırılırken erkekler tüm nitelikleriyle kamusal yaşamı, sokakları kontrol ediyorlar. Acaba hakikat denilen şey, sadece kadınları örterek kamusal alanda görülmez kılmak için mi icat edildi? Bir kadının portresini yapmanın zorluğu işte bu sorunun yanıtında yatıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder