3 Temmuz 2014 Perşembe

DEUS EX MACHINA YA DA SIVILAŞAN BEDENLER


RAHMİ ÖĞDÜL

03.07.2014

Kafamız çok karışık; içinden çıkılamaz bir denklemin içindeyiz ve çözümünü hayal bile edemiyoruz. Düşüncemizi nereye doğru ilerletsek ya da yeryüzünde hangi yolu izlesek hep duvarla karşılaşıyoruz. Tam bir açmaz durumda bulduk kendimizi. Tüm yolların kapatıldığı, duvara çarpan düşüncelerin kırıntılar halinde dağıldığı ve tekrar bir araya toplanıp akıl yürütülemediği, kilitlenip kaldığımız bir durum. Kafamız çok karışık.
Felsefede bu duruma “aporia”, yani açmaz deniliyor. Genellikle kişi meseleyi ne yöne taşıyacağını bilemez; akıl yürütemez; dolayısıyla nasıl düşünülmesi, ne söylenmesi gerektiğini bilemediği için birbiriyle çelişen önermeleri peş peşine sıralar. Çözümsüz, karmaşık bir muammanın düğümlenmiş iplikleri arasında dolaşık durumdayız. Ne düşüncemizi ilerletebiliyoruz ne de bedenlerimizi. Antik tiyatronun sahnesinde olsaydık, bu muammayı “deus ex machina (makine tanrı)” denilen bir sistemle yukarıdan indirilen ve tanrı rolünü üstlenmiş bir aktör çözecekti. Makaralar sistemi sayesinde, tanrıyı oynayan aktör, beline bağlı bir ip yardımıyla sahnenin sol tarafından aşağıya indiriliyordu; ve oyunun akışı içinde ortaya çıkan bütün “aporia”ları, açmazları bir çırpıda çözüme kavuşturuyordu.

Yine politik sahnede müthiş bir “aporia”, yani çözülmezmiş gibi duran bir düğüm; ve hepimiz bu düğümün arasında sıkışık kaldık ve yine sahnenin sol tarafından, belindeki ipe kanca bağlanarak yukarıdan indirilen nur yüzlü bir tanrı; onun sayesinde bu açmazdan kurtulabileceğimizi düşünüyoruz. Yukarıdan inen aşkın bir varlığın dokunmasıyla çözülecek ya da İskender’in bir kılıç darbesiyle çözeceği bir düğüm. Her iki durumda da çözüm dışarıdan gelmiştir. Oysa “aporia” ya da açmaz çözümünü, çıkış yolunu kendi içinde taşıyan bir muammadır. Yukarıdan değil, aşağıdan, bedenlerimizden gelen bir hamle ile çözülebilecektir.  Sözcüğün etimolojisine baktığımızda bunu görebiliyoruz. “Aporia”yı bileşenlerine ayırdığımızda “a” ve “poros” ile karşılaşıyoruz; “a” öneki, önüne getirildiği sözcükleri olumsuz kılıyor; “poros” ise geçit, gözenek anlamlarını taşıyor. Dolayısıyla geçit vermeyen, gözeneği olmayan anlamlarını taşıdığını görüyoruz “aporia”nın: Bir duvar gibi önümüze dikiliyor ilk önce. “Aporia” duvarı içinde gizli bir geçit (poros) vardır her zaman. İlk bakışta duvarı gördüğümüz için müthiş bir yılgınlığa kapılabiliriz; sonra sabırla, tutkuyla duvarın yüzeyinde elimizi gezdirdiğimizde gizli bir kapı aralanır önümüzde. Kafa patlatarak, aklın yardımıyla çıkış yolu bulamadığımız muammaların kapısı, bedenlerin devreye girmesiyle keşfedilebiliyor ancak. Aklın sıkıştığı yerde, çözüm bedenlerimizden gelebiliyor.

Reis Çelik’in 2013 tarihli “İnat Hikâyeleri” filminde, Tuncel Kurtiz’in anlattığı zengin ağanın oğlu Yusuf ile yoksul köylü kızı Şahsenem’in öyküsü, aklın çözemediği muammayı, bedenin bilgeliğinin nasıl çözüme kavuşturduğunu gösteriyor bize. Ağa oğlunu yine bir ağanın kızıyla evlendirmek istese de oğlu Yusuf Şahsenem’e deli gibi âşıktır. Oğlunun bu tutkusu karşısında çaresiz kalan ağa sonunda, o zamana kadar kimsenin çözemediği, akıl erdiremediği bir muamma sormaya karar verir kıza. Şayet bu muammayı çözerse, kızı oğluna alacaktır. Ağa, kızın önüne beş kırık çöp koyar. ‘V’ şeklindeki bu kırık çöpleri, sivri uçları birbirine değecek şekilde masanın üzerine yerleştirir. Ve ardından ekler: “Bu beş kırık çöpe elini değdirmeden yıldız şeklini verdirirsen, seni oğluma gelin olarak alacağım.” Kızın bu bilmeceyi çözmesi için kırk gün süresi vardır. Günler hızla akıp geçer ve kırkıncı güne gelindiğinde kız hâlâ muammanın çözümünü bulamamıştır. Gün bitiminde, şafak ağarmak üzereyken, sevdiğine kavuşamayacak olmanın ve aklın çaresizliği karşısında gözlerinden iki damla gözyaşı düşer kırık çöplerin üzerine. Tutkulu bedenden akan sıvının kuvvetiyle kırık çöpler yıldız şekline dönüşür. Bedenden akan sıvı ya da sıvılaşan beden muammayı çözmüştür.

Her “aporia” ya da duvar, kendi içinde mutlaka bir geçit (poros) saklar; aklın yetmediği yerde, sıvılaşan bedenlerimizle bulabileceğimiz bir geçit. İçine düşürüldüğümüz açmazdan, sahnenin sol tarafından makara sistemiyle indirilen bir tanrı sayesinde değil, tıpkı Şahsenem’de olduğu gibi, sıvılaşan bedenlerimizle kurtulabileceğimizi “Gezi Günleri”nden biliyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder