17 Temmuz 2014 Perşembe

ISLIK ÇALMAK İSTİYORUM, KATILIR MISINIZ?

RAHMİ ÖĞDÜL

17.07.2014

İçim çok sıkılıyor. “Batsın bu dünya” demek istiyorum ama sonra sözlerin müellifinin dünyayı batıranlarla aynı geminin içinde yolculuk yaptığını, dünyayı batırırken kendi gemilerini yüzdürdüklerini düşününce vazgeçiyorum. Dünyayı batıranlar ya da batırmayı planlayan küresel güçler Mars’ta koloniler kurarken, bizim dünyayı batıranlarımız, yeryüzünü yağmalayanlarımız, şatafatlı gemilerinin lüks kamaralarına, gökdelenlerin lüks dairelerine sığınıyorlar.

Sıkıntımı hafifletmek için ıslık çalmak istiyorum. İçimde biriken onca havayı bir çırpıda dışarı çıkarırsam kocaman bir ofla karşıki dağlara zarar vermekten korkuyorum; o yüzden ıslığın sağaltıcı etkisine sığınarak, içimdeki kaostan bir düzen çıkaracak nağmelere yöneliyorum. Bildiğim bütün şarkıları unuttuğum için uygun notaları el yordamıyla yan yana getirerek içimdeki kaosu düzene sokmaya çalışsam da olmuyor. Hep kakafonik sesler çıkıyor. İçimdeki kaos dışarıdaki despotik havada kendi yolunu bulup kozmosa ulaşamıyor bir türlü; ıslığımın boğazımda düğümlendiğini hissediyorum.

Çocuktum, ıslık çalmayı henüz öğrenmiştim. Bir enstrüman olarak bedenin imkânlarını keşfetme çağında, bu çabamın çok geçmeden engellendiğini gördüm. Evde ıslık çaldığımda ilk uyarı babamdan gelmişti. “Islık çalma, şeytanları mı üşüştüreceksin başımıza!” Islık çalmanın, özellikle geceleri yapılıyorsa, şeytanlara çıkarılmış bir çağrı olduğunu öğrendiğimde küçük bedenim ürpermişti. Bedenini tanımak üzere keşiflere çıktığın bir yaşta, otoriter bir ses bu çabanın şeytanlarla işbirliği yapmak olduğunu öğretmişti bana. Oysa ben sadece seslerin, müziğin büyülü havasıyla kendime küçük bir dünya kurmaya çalışıyordum sadece, etrafımda sesten bir duvar örmek. Oysa iktidar için ıslık çalmak, şeytanlaşmak demekti.

Geçmişin öyküleri, mitleri birbirine eklenerek tüm zamanları kat ediyor ve hâlâ bedenleri biçimlendirmeyi sürdürüyorlar. On dördüncü yüzyılın çok satan kitaplarından biri olan Gesta Romanorum’daki (Romalıların Davranışları) bir öykü ıslığın şeytana ait olduğunu yazıyordu. Babamın ıslık çaldığımda şeytanları çağırdığımı söylemesi boşuna değildi demek. Bir zamanlar Doğu Roma’nın başkenti olmuş İstanbul’da hâlâ Romalıların davranışları geçerli olması şaşırtıcı. Öykü şöyle: İmparator Theodosius ava çıktığı sırada bir arpın tatlı müziğini duyarak hemen bu sesin geldiği yere yönelir ve sonunda bir nehre ulaşır. Bu çok etkileyici müziğin nehir kenarında yere oturmuş, arp çalan yoksul bir adamdan geldiğini görür. Adam mutsuzdur; çünkü bir zamanlar arpının tatlı sesini duyup nehir kıyısına gelen balıkları kolayca avlıyor ve ailesini doyurabiliyormuş. Ama artık işler değişmiş: “Birkaç gün önce başka bir diyardan güzel mi güzel ıslık çalan biri geldi ve balıklar beni terk edip ona gitti.” Öykünün isimsiz yazarı kısadan hisse çıkararak “balıkçının rahip, arpın tanrının kelamı ve ıslık çalanın da şeytanın ta kendisi olduğunu” açıklar (bkz David Hendy, “Gürültü”, çev. Çiğdem Çidamlı, Kolektif Kitap).

İnsan bir enstrümandır. Islık çalarak, şarkı söyleyerek, bedeninde ve bedeniyle tempo tutarak bir orkestraya dönüştürebilir kendini. Ve başka bedenlerin de katılmasıyla müthiş bir yeryüzü doğaçlaması çıkar ortaya. Yatay olarak birbirine kontrpuanlarla bağlanan bedenlerin kendi doğaçlamalarını gerçekleştirmeleri iktidarın hiç işine gelmez tabii. Bir şef olarak kendi kelamını mırıldanmamızı istediği için elindeki sopasıyla despotça yönetmeye kalkar bizi. Elimize tutuşturduğu kendi bestesi olan sıkıcı bir partisyonu, yine kendi seçtiği enstrümanlarla icra etmemiz için despotluk gereklidir. Aksi takdirde bu sıkıcı ezgiyi unutabilir, burnumuzun dikine gidebilir ve başka bedenleri de ayartabiliriz. Despot şefin, her notasına kadar belirlediği bu sıkıcı ezgide sapma yaratacak en küçük hatayı affetmemesi lazım; partisyondaki küçük sapmalar, burnunun dikine gitmeler tüm gösterinin çöküşüne yol açabilir; ve yeryüzü, tüm bedenlerin yatay olarak birbirine kontrpuanlarla bağlanmasıyla sahneyi ele geçiriverir ve kendi doğaçlamasını sahneleyebilir.

Islık çalmak istiyorum ama despotik havada soluğum kesiliyor. Bedenimi bir enstrümana dönüştürerek, dünyayı batıranların değil, dünyayı yaşatanların şarkılarına eşlik etmek istiyorum. İktidarın bizi şeytanlaştırmasına aldırmadan nefesimin yettiği yere kadar ıslığımı duyurmak istiyorum. Soluk, hayat demektir ve ıslık, hayatın sesidir. Ölüme karşı hayatı savunanlar, soluklarıyla diriltecekler ölü bedenleri.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder