17 Aralık 2009 Perşembe

BİR SANAT OLARAK YÜRÜYÜŞ



RAHMİ ÖĞDÜL

17.ARALIK.2009

Yürüyüş dünyaya açılmadır, yeryüzünün tüm kuvvetlerine açık olmaktır. Oysa bir protez olarak otomobiller hayatımıza girdiği andan itibaren dünyaya kapanmaya başladık. Yürümeyi, dünyaya açılmayı unuttuk adeta. Oluşmamızda çok büyük katkısı olan fiziksel ve doğal ortamımızla, yerlerle ilişkimiz kesildi. Yeryüzü yolcularıydık bir zamanlar; artık bir kapsülün içindeki uzay adamlarına benziyoruz.

Doğal ortamlarından, coğrafi konumundan koparılan yerler soyut mekanlara dönüştükçe, Marc Augé’nin tabiriyle yer-olamayan yerler çoğaldıkça, bizlerde giderek daha çok kapsüllerin içinde yaşayan astronotlara benzemeye başladık. Bedenin en doğal, sıradan eylemi olan açık hava yürüyüşleri, hafta sonları yapılan, özel bir zaman ayarlaması gerektiren bir etkinliğe dönüştü. Açık havada yürümekten kaçınanlar, üşenenler ise evlerinin bir odasına koşu bantları yerleştiriyorlar şimdilerde; yeryüzünün doğal kuvvetlerinden arındırılmış, steril odalarımızda hiçbir yere gitmeyen yürüyüşler yapıyoruz. Fiili bir eylem olarak yürüyüşün yerine bir simulakrum olarak yürüyüş geçiriliyor; yürür gibi yapıyoruz. Oysa yürüyüşü doğayla, fiziksel ortamla kurulacak bir ilişki, bir sanatsal edim olarak da icra edebilirdik.

Yürümeyi bir sanatsal edim olarak gündeme getiren İngiliz sanatçı Richard Long, doğada yaptığı yürüyüşler ve bu yürüyüşler sırasında doğal malzemelerle yaptığı enstalasyonlarla tanınıyor; ekolojik sanat yapan Long, Amerikan kökenli arazi sanatını da kıyasıya eleştiriyordu; Amerikalı arazi sanatçılarının sanatlarını icra etmek üzere arazi satın almalarını, bu araziye sanatsal müdahaleler yapmak için buldozerler kullanmalarını tam bir kapitalist sanat olarak nitelendiriyor. Doğaya yönelik bu maço tavırların aksine Long, doğayla kurulacak çok daha yumuşak bir ilişkin peşinde: “Benim ilgi alanım, sanatı hem görünür hem de görünmez kılarak, fikirleri, yürüyüşü, taşları, suyu ve zamanı esnek bir şekilde kullanarak, sanata ve doğaya dair daha düşünceli bir bakış geliştirmektir” diyor. Araziyi, doğayı sahip olmadan kullanma fikrini seviyor.

Kolonyalist bir geçmişe sahip ülkede yaşayan Richard Long, Michael Heizer gibi Amerikalı arazi sanatçıların doğaya yönelik sert “sanatsal” müdahalelerini, doğanın ve yerli geleneklerinin dışarıdan dayatılan müdahalelerle dönüştürüldüğü sömürgeci uygulamalara benzetiyor. Hâlbuki yürümek doğaya müdahale etmeden yapılan bir sanatsal edimdir Long’a göre. “Yürüyüş, toprağın üzerinde sadece iz bırakır, bir fikrin peşinden gider, gündüzü ve geceyi izler”. Yürüyüş, doğanın ritmini, döngüselliği, süreçselliği hissetmenin yoludur.

“Sanatım bizzat yürüme edimidir” diyen Long yapıtlarında, herkesin paylaştığı söz dağarcığını kullanıma sokuyor; yürüyüş, rüzgar, taşlar, su, yollar, daireler, çizgiler. Bu malzemeleri doğanın bir temsili yaratmak için değil, doğayla yaşadığı deneyimi damıtmak için kullanıyor. Yürüyüşü de tıpkı sanat gibi bir odaklaşma, yoğunlaşma olarak gören Long, sanatında sadeleştirme yolunu tercih ediyor ve bu tavrını yarattığı metinlere de yansıtıyor. “Rüzgâr Hattı” yapıtlarında Long, gerçekleştirdiği yürüyüşler sırasında esen rüzgarların kaydını tutmuş; oklar, rüzgârların yönünü gösteriyor; görünmez kuvvetleri görünür kılıyor.Deleuze’ün belirttiği gibi “sanatta söz konusu olan şey biçimleri yeniden üretmek ya da icat etmek değil, kuvvetleri ele geçirmektir.” Kuvvetlerin ele geçirilmesi, duyumsamayla, bedenleşmeyle yakından ilişkili; herkesin çelik ve cam dehlizler boyunca koştuğu bir kentte kuvvetleri yeniden duyumsayabilmek, yeniden bedenleşebilmek için açık havada bir sanatsal edim olarak yürümeye çok ihtiyacımız var.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder