3 Eylül 2009 Perşembe

HAYATIN YA DA GEOMETRİNİN KABUĞUNU ÇATLATMAK...


RAHMİ ÖĞDÜL

03 Eylül 2009

Soyut geometrik şekillerden oluşan bir hayatı yaşıyoruz. Devasa küpler, dikdörtgen prizmalar, daireler, çizgiler, üçgenler, kareler içinde hareket ediyoruz durmadan ve yaşamlarımızı geometrinin esaslarına göre örgütlüyoruz. Uzamı ve yaşamı soyut bölümlere ayırma sanatı olarak geometrinin hem failleri hem de kurbanlarıyız.

Romalı mimar Vitruvius’un (MÖ 1 .yy) anlattığına göre Sokratik filozoflardan
Aristippus’u taşıyan gemi batar; gemiden kurtulanlarla birlikte Rodos sahillerine çıkan filozof burada kumsala çizilmiş geometrik şekiller görür ve yanındakilere dönüp, “şansımız varmış, burada insan izleri görüyorum” diye bağırır. Doğadaki soyut geometrik şekiller, insan mevcudiyetinin, kültürün (ikinci doğanın) göstergelerine dönüşüyor. Kendimizi doğal olandan bu soyut şekillerle ayırıyoruz, ayırt ediyoruz.

Sitüasyonist Guy Debord, kent hayatının ne kadar sığ ve dar, ya da başka bir deyişle geometrik olduğunu saptamak üzere bir öğrencinin, Paris’teki gündelik yaşamı hakkında bir yıl boyunca gözlemler yapar. Öğrenci hiçbir sapma göstermeden, köşe noktalarını okul, konut ve piyano derslerinin oluşturduğu bir üçgen çizerek hayatını sürdürmektedir. Yürüdüğümüzde bile hayatın içinde soyut geometrik şekiller çiziyoruz.

Piet Mondrian (1872-1944) 20. yüzyıl soyut sanatının en önemli figürlerinden biri; 1914 yılından sonra resimlerinde dikey/yatay çizgiler ve temel renkler dışında hiçbir öğeye rastlanmıyor. Mondrian, geometrik soyut resim anlayışını savunan De Stijl grubuyla birlikte çalışmalarını sürdürdü. 1924 yılında bu grupla ilişkisini kesen ve çalışmalarını bağımsız olarak sürdüren Mondrian “Yeni Plastisizm” adını verdiği kendi geometrik soyut resim anlayışını oluşturdu daha sonra. Bu sanat anlayışına göre sanat, evrenin değişmez yasalarının bir tür yansıması. Mondrian bu yasaları tuvaline, çeşitli boyutlardaki dikdörtgenlerin oluşturduğu asimetrik bir ağ olarak yansıtarak, tümüyle zihinsel, rasyonel, geometrik bir anlayış üzerinde temellendirdi resmini.

Mondrian’ın sanat anlayışı, özellikle otuzlu yıllardan sonra gündelik hayatın içine sızıyor; mimarlık, endüstriyel tasarım ve dekorasyon gibi faaliyet alanları bu sanatın etkisi altına girdikçe bu modernist anlayış, hayatın neredeyse tamamına egemen oldu. Şeylerin özüne en saf halleriyle ulaşma çabası olarak sanatında ortaya çıkan soyut geometriyi Mondrian, sonunda kendi hayatına da uyguladı. Tıpkı resimleri gibi hayatını da rasyonel, geometrik bir tarzda örgütlemeye çalıştı. Dönemin rağbet gören Hay Diyeti’ne göre öğünlerini katı geometrik bölümlere ayıran Mondrian soyut bir besin anlayışını benimsediği söylenebilir. Geometri bedenlerimize de sirayet ediyor.

Filozof Aristippus’un insani varlığın izleri olarak kumsalda gördüğü aynı geometrik şekillere Debord, hayatın sığlığının bir göstergesi olarak modern kent insanının davranış kalıplarında rastlıyor. Mondrian’ın yaşamın saf özü olarak tablolarına yansıttığı geometrik anlayış, daha sonra kendi bedenini de biçimlendiriyor. Fiziksel uzamdan insan bedenine dek her alanda geometrikleşmenin, rasyonelleşmenin zaferine tanıklık ediyoruz. Geometri tüm çağları aşarak hala yaşamlarımızı biçimlendirmeyi sürdürüyor.

Geometri, rasyonel bir düzeni simgeliyor; insan bedenini de içeren her türlü uzamı rasyonel olarak bölümlere ayırmaya yönelik bir iktidar sanatını. Yaşamı hesaplanabilir, kestirilebilir çizgisel bir anlayışla örgütlemeye çalışan iktidar, geometri sayesinde kendisini, tüm şeyler üzerinde nihai karar verici olarak düşünüyor. Oysa hayat, iktidarın geometrik kalıplarına sığmayacak ölçüde delicesine akıyor, kabukları çatlatıyor, her yöne savruluyor; çatallanarak hiç hesapta olmayan karşılaşmalara, döllenmelere, oluşlara yol açabiliyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder