26 Şubat 2017 Pazar

UMUT, UMULMADIK OLANIN KUDRETİDİR

Igor Morski
RAHMİ ÖĞDÜL
24.02.2017

Kim bilir kaç kez gördük güneşi? Kim bilir kaç kez gündoğumu ve günbatımı yaşadı yeryüzü? Güneşten hiç kuşkulanmadık; gökyüzü bulutlu olsa da onun hep orada olduğunu biliyorduk, mutlaka bize yüzünü göstereceğini. Zifiri karanlıkların dağılacağı sabahları bekledik ve hiç yanılmadık. Şimdi yine aynı alışkanlıkla bekliyoruz, güneşin içimizi ısıtacağı, zihnimizi aydınlatacağı günleri. Ama bu bir alışkanlık; bizi beklentiye, eylemsizliğe sürüklüyor; olgulara, hep yinelenen şeylere bel bağlıyoruz. Eyleme geçmeye ne gerek var, beklemek yeterli; nasıl olsa güneş yine doğacak ve güneşli günler göreceğiz çocuklar.

Beklenti ile umudu birbirine karıştırıyor, tekrarı umut sanıyoruz. Hep aynı alışkanlıkla güneşin yine doğacağını ve kederli günlerin dağılacağını ve neşeli oluşlar yaşayacağımız günlerin mutlaka geleceğini olgulara dayanarak söylerken, doğal döngüleri topluma taşıyoruz. Ama toplum artık doğal döngülerle değil, yapay despotik döngülerle çalışıyor. Peş peşe, hep aynı baş belası şeylerin dönüp durduğu kısırdöngüler. O yüzden umudun beklentiyle bir ilişkisi yok, olmamalı. Umut, olmadık şeyleri, imkânsızı istemektir. Peki, ne yapmalı? En iyisi Lewis Caroll’ın 'Aynanın İçinden' kitabındaki Kraliçe’ye kulak verelim; Alice’e, imkânsız olana inanması için alıştırma yapmayı öneriyor: “Ben senin yaşındayken günde yarım saat temrin yapardım aksatmadan; bazen, daha kahvaltıdan önce altı tane olmayacak şeye inandığım olurdu.” Hiç hesapta olmayan ve tüm beklentileri altüst edecek olmadık şeylere inanmak. Durmadan yinelenen olgulara değil, olaya inanmak. Olmadık şeylere inanmak, mevcut olanın, hep aynı olanın geri dönüşüne değil, farklı olanın açığa çıktığı ve çıkmasıyla birlikte mevcut şeyler düzenini alt üst ettiği bir olayı ummaktır. Olmadık şeyleri bekleyemezsiniz, siz olmadık bir şey olabilirsiniz ancak, yani umut. Beklenti, doğal döngülerin zamanına ait. Bekleyelim nasıl olsa güneş doğacak. Oysa despotik bir toplumda umut, bekleme odasına kapatılmıştır; o yüzden olmadık bir şeye, bir olaya dönüşmeden duvarları yıkamazsınız ve bu kudreti zamanın çizgiselliğini kırdığımızda yakalayabiliriz, tıpkı Stoacıların 'kairos'unda olduğu gibi, yani eyleme geçmeye karar verdiğimiz ân.

Bakışımızla evcilleştiriyoruz yeryüzünü; sonra yeryüzü de bizim bakışımızı bize yansıtarak bizi evcilleştiriyor. Ve durmadan yinelenen ve sonsuza kadar yinelenecek olguların rehavetine gömülüyor ve sonra da hiç şaşırtmayan, bildik olgulara dönüşüyoruz. Bir bahçıvanın bahçesindeki olguların döngüselliğini sevmesi gibi, despot da tebaasının aynı örüntüleri yineleyen olgulara dönüşmesini sever. Despotik zaman yönetiyor bahçeyi. Şimdi hiç bitmeyen kışı yaşıyoruz ama bahar gelecek; bize hep bahar vaat ediliyor. Ama unutmayın, bahçıvanın ya da despotun baharı kendisinedir.

Umut bu olmamalı. Her şeyin dönüp durduğu ve hep aynı olanın geri döndüğü bu kısırdöngüden umut çıkmaz. Umut, yinelenen olguları değil, umulmadık olanı, olayı ummaktır. Temrin yaparak olmadık şeyleri istemek, kudretli varlıklara dönüşmek. Ve umudun kudreti, çizgisel zaman anlayışının bizi beklentiye sokan çizgiselliğini kırdığımızda ortaya çıkabilir ancak; zamanı birbirini izleyen homojen ve içi boş kompartımanlar olarak kurgulayan ve raylarda ilerleyen bir trenin vagonlarını andıran bu despotik zaman anlayışını bozunca, yani treni raydan çıkarınca.

Yüzeyde, durmadan yinelenen ve aynı olanın geri döndüğü olgular var. Umut, derinlerde bir yerlerde olmalı; umut toprağın, suyun, tenimizin, kitap kapaklarının ya da bir resmin boyasının altındadır; yüzeye çıkacağı ânı kolluyor. Henüz yüzeye çıkmamış, kımıl kımıl kımıldanan fark yığınlarının, yoğunlaşmalarının zonklaması. Olmadık şeylere inananlar, yüzeyin altındaki bu kudreti duyumsayanlardır. Yüzeye henüz çıkmamış, çıkmasıyla birlikte bildiğimiz dünyayı değiştirecek olan kudret. Herakleitos “umulmayanı ummazsan, onu bulamazsın. Çünkü onu arayıp bulması zor ve zahmetlidir” demişti. Zordur, çünkü hep aynının yinelendiği olgular düzeninde farkın açığa çıktığı bir olayı, olay-oluşu, “gerçekçi olup imkânsızı istemeyi” gerektirir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder