Rene Magritte, The Pilgrim. |
RAHMİ ÖĞDÜL
10.02.2017
Hiç dinmeyen imge sağanakları; dineceğe de pek benzemiyor, artıyor giderek; bardaktan boşanırcasına imge yağıyor üzerimize. Gün içinde sayısız imgeye maruz kaldıktan sonra gece kafamızı yastığa koyduğumuzda da imgelerin hayaletleriyle boğuşmak zorunda kalıyoruz. Oysa imgenin zayıf ve kırılgan olduğu öğretilmişti bize. Kavramın ya da varlığın karşısında imge nedir ki? Bir suret, bir kopya. Varlığın bir anlık görüntüsü. Geçerken gözümüze takılmış gerçekliğin zihindeki bir tortusu. Ama kavram öyle mi? Bir nesneyi tüm boyutlarıyla sarıp sarmalamak; imgenin zamansal ve mekânsal geçiciliği karşısında nesnenin kalıcı olarak kucaklanması.
İmge ile kavram arası
Felsefe kavramlar yaratır ve kavramla imge arasındaki ayrımda üstünlük kavrama verilmiştir; etkin olanın edilgin olana üstünlüğü. İmge, mekân ve zaman içinde algıladığımız herhangi bir tekil nesnenin bizdeki tekil izlenimidir; oysa kavram bir duyusal izlenim değil, bir tasarımdır. Bu yüzden tekil bir şeyin imgesi ile tekil bir şeyin kavramı farklıdır. İmge ile kavram arasındaki fark, özellikle genel kavramlar söz konusu olduğunda daha da belirginleşir. Bir genel kavramı, algıladığımız tek tek nesnelerdeki ortak özellikleri birleştirerek zihnimizde kurarız. Kavram zihinsel bir etkinlikle meydana getirilen, kurulan birşey olmasına karşın, imge edilgin duyusal bir izlenim olarak kalacaktır.
Felsefe kavramlar yaratır ve kavramla imge arasındaki ayrımda üstünlük kavrama verilmiştir; etkin olanın edilgin olana üstünlüğü. İmge, mekân ve zaman içinde algıladığımız herhangi bir tekil nesnenin bizdeki tekil izlenimidir; oysa kavram bir duyusal izlenim değil, bir tasarımdır. Bu yüzden tekil bir şeyin imgesi ile tekil bir şeyin kavramı farklıdır. İmge ile kavram arasındaki fark, özellikle genel kavramlar söz konusu olduğunda daha da belirginleşir. Bir genel kavramı, algıladığımız tek tek nesnelerdeki ortak özellikleri birleştirerek zihnimizde kurarız. Kavram zihinsel bir etkinlikle meydana getirilen, kurulan birşey olmasına karşın, imge edilgin duyusal bir izlenim olarak kalacaktır.
“Kavram” Türkçe’de de, Batı dillerinde de kavramak fiilinden geliyor (Lat: con-cipere: kavramak, sarıp sarmalamak, kucaklamak: conceptus: kavram). Kavramak ediminde, bir “şey”i sarıp sarmalamak, kucaklamak, onu dört bir yandan kuşatmak söz konusu. O halde kavram, bir şeyin zihindeki tasarımıdır, bir fikirdir. Düşünülen bir şeydir. Kavram, etkin bir yaratma eylemi, imgeyse edilgin bir yansıma. Ve “Batı felsefesi tarihi… imgeyi eksik bir varlık, bir suret, bir kopya, daha az gerçekliğe sahip ikinci bir şey olarak ele alır. İmge aynı zamanda şeyleri yalıtarak onların bir yanılsaması, bir görüntüsü, yanıltıcı bir peçe olur” (Louis Marin, İmgenin İktidarları, Dost). İmge öylesine yanıltıcıdır ki bir temsil olarak varlığın yerine geçtiğinde imgeyi varlık sanabiliriz ve varlık imgeyi taklit etmeye başlamıştır. Varlığın bir anlık görüntüsü günümüzde varlıktan daha kudretli hale gelmiştir.
İmgenin iktidarı
İmge varlığın, kavramın yerine geçtikçe, yüzeysel bir iz olarak tüm yaşamı belirliyor ve varlık silik bir gölgeye dönüşmüştür. Artık varlığı ya da varlığı kuşatan kavramını düşünmüyoruz bile; selfie çubuklarıyla kendi üzerine kapanmış varlık, durmadan kendi imgesini üretip çoğalttıkça imgesel bir varoluşa sıkışmıştır. Ve varlık geri çekilirken, sadece imgeleri dolaşıyor ortalıkta ve değişip dönüşen varlık değil, imgeleridir. Varlığın başkalaşım geçirererek başka bir şeye dönüşme süreci ertelenmiş, bu sürecin yerini imgelerin başkalaşımı almıştır. Kafka’daki Gregor Samsa’nın böcek oluşu, varlık düzeyinde değil, imge düzeyinde yaşanıyor şimdi ve imge ya da imajla aynı kökten gelen ‘imago’ya, yani bir hayalete dönüşüyor varlık. Varlığı olmayanların toplumu, bir ‘imago’, yani hayaletler toplumudur. Varlığın ortadan kalktığı, birbirine dokunamayan hayaletlerin, boyutsuz görüntülerin gösterisi. Tüm kudretimizi iktidara devrederken, varlıklarımız varlık fonuna aktarılmış ve varoluşumuzu yitirmiştik zaten. Bir temsil olarak kendimizi bir imgeye, yani iktidara teslim ettiğimize göre varlıksız ve kavramsız imgeleriz artık. İmgenin iktidarı.
İmge varlığın, kavramın yerine geçtikçe, yüzeysel bir iz olarak tüm yaşamı belirliyor ve varlık silik bir gölgeye dönüşmüştür. Artık varlığı ya da varlığı kuşatan kavramını düşünmüyoruz bile; selfie çubuklarıyla kendi üzerine kapanmış varlık, durmadan kendi imgesini üretip çoğalttıkça imgesel bir varoluşa sıkışmıştır. Ve varlık geri çekilirken, sadece imgeleri dolaşıyor ortalıkta ve değişip dönüşen varlık değil, imgeleridir. Varlığın başkalaşım geçirererek başka bir şeye dönüşme süreci ertelenmiş, bu sürecin yerini imgelerin başkalaşımı almıştır. Kafka’daki Gregor Samsa’nın böcek oluşu, varlık düzeyinde değil, imge düzeyinde yaşanıyor şimdi ve imge ya da imajla aynı kökten gelen ‘imago’ya, yani bir hayalete dönüşüyor varlık. Varlığı olmayanların toplumu, bir ‘imago’, yani hayaletler toplumudur. Varlığın ortadan kalktığı, birbirine dokunamayan hayaletlerin, boyutsuz görüntülerin gösterisi. Tüm kudretimizi iktidara devrederken, varlıklarımız varlık fonuna aktarılmış ve varoluşumuzu yitirmiştik zaten. Bir temsil olarak kendimizi bir imgeye, yani iktidara teslim ettiğimize göre varlıksız ve kavramsız imgeleriz artık. İmgenin iktidarı.
Hayaletler korkutuyor iktidarı
İmago sadece hayalet anlamına gelmiyor, başkalaşım geçiren böceklerin ulaştıkları son evreye de imago deniliyor. Varlıklarını imgenin temsiline terk edenler ve başkalaşımı imgede, imajda arayanlar için tek yol kalmıştır geriye: İmgenin son evresi olan imago’ya, yani bir hayalete dönüşmek. Ve tüm varlığımızı gasp eden iktidar da bunu arzuluyor: Diktatörlüğünü kurmak için bizleri varlığı olmayan hayalete dönüştürmek. Ama bu hayalet yine de çok korkutuyor iktidarı. “Avrupa’da bir hayalet dolaşıyor” diyorlardı Marx ve Engels, Komünist Manifesto'da. Şimdi de korkunç bir hayalet dolaşıyor; “HAYIR!” diyerek ete kemiğe bürünmeyi ve var olmayı isteyenlerin, düşünmeyi, kavramları özleyenlerin hayaleti.
İmago sadece hayalet anlamına gelmiyor, başkalaşım geçiren böceklerin ulaştıkları son evreye de imago deniliyor. Varlıklarını imgenin temsiline terk edenler ve başkalaşımı imgede, imajda arayanlar için tek yol kalmıştır geriye: İmgenin son evresi olan imago’ya, yani bir hayalete dönüşmek. Ve tüm varlığımızı gasp eden iktidar da bunu arzuluyor: Diktatörlüğünü kurmak için bizleri varlığı olmayan hayalete dönüştürmek. Ama bu hayalet yine de çok korkutuyor iktidarı. “Avrupa’da bir hayalet dolaşıyor” diyorlardı Marx ve Engels, Komünist Manifesto'da. Şimdi de korkunç bir hayalet dolaşıyor; “HAYIR!” diyerek ete kemiğe bürünmeyi ve var olmayı isteyenlerin, düşünmeyi, kavramları özleyenlerin hayaleti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder