03.02.2017
Hayatı resmetmeye ve çerçeveleyip duvara asmaya meyilliyiz, bütünlüğü içinde yakalayamazsak parçalanıp dağılmaktan korkuyoruz en çok. Bütüncül anlatılar kurdukça ayrıntıları ıskalıyoruz oysa. Ya da anlatı bozulup dağılmasın diye ayrıntıları bütüne uydurmak için törpülüyoruz. Aslında törpülediğimiz hayattır. Ve hayatı törpüleye törpüleye pürüzlerini gidereceğimizi ve çerçevenin içine sığdırabileceğimizi sanıyoruz. Ama nafile! Bir bozgun gibi üzerimize çullanıyor ve çullandıkça daha çok kaçıyoruz çerçevelerin içine. Sığındığımız çerçeveler durgun anlatılardır ve durgun anlatılar, tıpkı durgun sular gibi kokuşmaya yazgılı. Oysa gündelik hayat çalkantılı ve dalgalarının kıyıya yığdığı ayrıntılar, kurduğumuz çerçeveleri bozacak önce, sonra da anlatılarımızı. Belki de çoktan dağılıp gitmişlerdir. Gökyüzünde gördüğümüz çoğu yıldızın aslında mevcut olmaması gibi. Yıldız çoktan tükenmiştir ama aradaki mesafeden dolayı, yaşarken gönderdiği ışınları şimdi görüyor olabiliriz. Yok olduğunun bilgisi ya da algısı henüz ulaşmamıştır bize. Yaşadığımızı sandığımız mevcut düzen çoktan değişmiştir ama kurguladığımız büyük resimden dolayı göremiyor olabiliriz. Gündelik hayattaki ayrıntıları kaçırıyoruz çünkü.
Ağırlıklardan kurtulmalıyız
Gündelik hayatı resmetmenin araçları vardır, biz hâlâ kalıcı ve değişmeyen olanın araçlarıyla çalışıyoruz. Ânı, geçici olanı, ayrıntıları yakalamak için eskinin hantal araç ve gereçlerinden kurtulmamız gerekecek. Mesela yağlı boya ve tuvallerimizi bir kenara bırakıp karakaleme, suluboyaya ve eskiz defterlerine sarılmalıyız. Ve köhne metinlerden kurtulup hafiflemeli ve hayatın içine doğru yolculuğa çıkmalı. Metinlerin içine hapsolmuş Ortaçağ düşünürleri açık havaya çıktıklarında şaşırdılar. Ve yeryüzünü tanıdıkça yeni metinler yazdılar. Ya da ressamlar yapay olarak ışıklandırılmış kapalı atölyelerini terk ettiklerinde gün ışığının sürekli değişen rejimiyle karşılaştılar. Ve yeniden resmettiler hayatın ayrıntılarını. Açık havada olmak esnek bir bedene ve zihne sahip olmanızı gerektiriyor, doğanın değişen kuvvetleriyle bir tür jimnastik yapmanızı. Sıçrayıp hoplamak ve dengede kalabilmek için bedensel ve zihinsel ağırlıklarımızdan kurtulmalıyız önce.
Nasıl bir çağ bu!
Aradıkları her şeyi metinlerde bulabileceğine inanan ve metinlerin içine kapanarak hayatı olumsuzlayanların çoğaldığı bir çağdayız. Oysa Batılı düşünürler metinlerin dışına çıkmışlar ve yeryüzünü deneyimledikçe eski metinlere katıla katıla gülmüşlerdi: “Aristoteles’in Meteorologika’sına ve felsefesine gülmekten başka çarem yoktu; zira onun kurallarına göre Ekvator’da ve bu mevsimde her şeyin sıcaktan kavrulması gerekirken, ben ve arkadaşlarım üşüyorduk” (A. Grafton, Yeni Dünyalar, Eski Metinler, Kitapyayınevi). 1540’da, Hint Adaları hakkında özgün metinlerden birini yazan Cizvit José de Acosta’nın kahkahaları yaşamla buluşmanın, şaşırmanın neşesidir.
Sanatçıların anı yakaladığı yöntem
17.yy’da Rembrandt yağlı boya tabloları ve gravürleri dışında muazzam miktarda desen bırakmıştı geriye. Desenlerinin sayısı yağlı boya ve gravürlerinin toplamının üç katıdır. Desen ya da eskiz, sanatçının ânı yakalamak için kullandığı yöntem. 18. yüzyıla geldiğimizde ressamın arzusu geçip gitmekte olanı bir anlığına hissedilir kılmaktır. Fırça ve yağ artık hantal araçlardır; hayatın ayrıntısını, çalkantısını yakalamak için ressam kalem, guvaş, kömürkalemi ya da suluboyaya yönelir. Ortaya çıkan eskizler, o dönemin devinen bedenlerinin ifadesidir (bkz J. Starobinski, Özgürlüğün İcadı, Metis). Yine ağırlaştık; yağlı ve kıvamlı bir ortamda zar zor hareket etmeye çabalayan figürler gibiyiz, boya kuruyunca işimiz bitik. Köhnemiş metinlerin ağdalı diline gömülü, hareket edememenin sıkıntısı.
İşin tuhafı, bizi metnin ve yağlı boya tabloların içine kapatırken, iktidarın alabildiğine esneklik kazanması. Eskiz defteri gibi kullandığı yeryüzünü hayalindeki ölü nesnelerle doldurdukça natürmortlar (ölü doğalar) yaratıyor. Hayat iliklerine dek sömürülecek, parçalara ayrılacak bir kadavra gibi duruyor önünde ve kadavralar olarak, neşterin bize değmesini mi bekleyeceğiz? Ayağa kalkıp “HAYIR!” demek, hayatta kalmak ve hayatı en ince ayrıntısına dek savunmaktır. Hayat ayrıntıda gizlidir çünkü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder