3 Mart 2017 Cuma

POPÇULAR, ROCKÇILAR, CAZCILAR VE ZIMPARA KÂĞIDI


RAHMİ ÖĞDÜL
03.03.2017

Şefin elindeki sopasıyla herkesi sustalı maymuna çevirdiği ve benzer sesler çıkarmaya zorladığı uyumlu, armonik bir ortam. Orkestradan farklı sesler çıkması, şefi haliyle çok kızdıracak. Tartışma mecburen popçular, rockçılar, daha doğrusu müzisyenler arasında geçiyor, şaşırmamalı. Toplumsal olan, aynı zamanda müzikaldir, sahnelenen müzikal de toplumsal. Ve elbette tartışma müziğin içinde geçecek: Tek tonun dayatıldığı, baskıcı, tek sesli bir ortamında mı yaşayacağız, yoksa tek tonun tahakkümünden kurtulup yeryüzünün tüm seslerini kucaklayan ve bu seslerin yan yana durabildiği çoklu bir ortam mı yaratacağız?

Tek tondan yükselen sesler
Diyelim ki popçular despotik bir şefin dayattığı tek tonlu bir müzikal ortama itiraz etmiyor ya da destekliyor; bu anlaşılır bir şeydir. Çünkü yaptıkları müzik, tek tonun hâkim olduğu ve farklı seslerin kakofoni ya da detone diye dışlandığı bir müziktir. Pop düşünce, farklı olanın kendi başına durmasına tahammül edemez; farklı olan ancak “sample” olarak içeri alınır ve kapitalizmin süpermarket mantığının kültürel dışavurumu olan “çokkültürcü” bir anlayışla tek tonun ve pop kalıplarının içinde sindirilir; ortaya yavan bir tüketim nesnesi çıkmıştır. Melodilerin tek ton etrafında dönüp durduğu bir kısırdöngü yaratılmış ve müzisyen de bu armonik kısır döngünün içine kapatılmıştır. Rockçı ise müziğin asi çocuğudur, tüm kalıplara isyan eder ama yine de müziğini rock kalıplarıyla üretecektir; şarkı sözleri ne denli yıkıcı olursa olsun, müziği piyasanın kabul ettiği kalıpların içine kapatılmıştır.

Notaları kanatlandıranlar
Cazda olduğu gibi, müzikal kısırdöngüyü, kalıpları kırıp, alıp başlarını uzaklara gidemezler. Taşranın çemberinden kurtulmak zordur. Alman filozof Herder 1769’da denize açıldığında bunu başarmıştı: “Burada her şey düşüncelere kanat takıyor, hareket veriyor ve hava sahasını genişletiyor… Kıyıdayken insan ölü bir noktaya takılı ve bir durumun dar çemberiyle sınırlı” (R. Safranski, Romantik, çev. Ali Nalbant, Kabalcı). Bedenin kıstırıldığı çemberden çıkıp dışarı açılması, düşüncesine geniş alanlar açması, doğaçlamadır. Doğaçlamada düşünceler ve notalar engin hava sahasında kanatlandığında hiç de tanıdık olmayan farklı seslerle karşılaşılır. Çok önemli, çünkü müzikte farklı olan, kakofonik ya da detone diye bastırılmıştır. Cazcı, notaları kanatlandırandır, John Coltrane mesela. Birlikte çaldıkları Miles Davis, sololarının çok uzun olduğunu belirtince, Coltrane nasıl duracağını bilemediğini söylemiş. Kanatlanan düşünceleri durduramazsınız. 1960’ların ortalarında “serbest caz” stilinde deneyler yapmaya başladığında tonun egemenliğinden sıyrılmış ve atonal müziğe ulaşmıştır.

Sıyrılmak kolay değil
Atonal müziğin tarihi, evin boğucu, despotik, tek tonlu havasına rağmen, tüm tonlara ulaşmaya çabalayanların tarihidir. Anton von Webern, “Önceleri gene eninde sonunda eve, asıl tona dönülüyordu; ama yavaş yavaş öyle uzaklara gidilmeye başlandı ki artık temel tona dönmeyi gerektiren bir duygu kalmadı” diye yazıyordu (Yeni Müziğe Doğru, çev. Ali Bucak, Pan). Tek tonun despotluğundan kurtulduklarında tüm seslerin eşit haklara sahip olduğu bir ortama ulaşmışlardı. Arnold Schönberg’in ilk atonal kompozisyonu olan 1908 tarihli “2. Yaylı Çalgılar Kuarteti”nde soprano, Alman şair Stefan George’un dizeleriyle başlar yolculuğuna: “Başka gezegenlerin esintilerini işitiyorum… notaların içinde dolaşıyorum, dokunuyorum.” Sağduyunun dar çemberinden açık sulara açıldığımızda, başka dünyaların esintileriyle özgürlüğe kanat çırpıyoruz.

Tek tondan sıyrılıp engin hava sahasına ulaşmak kolay olmuyor: “Doğal olarak zorlu bir savaş oldu; en korkunç yasakların, en büyük korkuların yenilmesi gerekti. Böylelikle belli bir tona bağlı olmayan parçalar yazılmaya başlandı” (Webern). O yüzden, deriniz zımpara kâğıdı gibi olmalı. Mücadele, tek tonun aşındırıcı etkisine direnebilme ve sürte sürte özgürlük alanları açabilme meselesidir. Sitüasyonist Guy Depord da çokluğu kucaklayan, kitaplardan, dergilerden, gazetelerden alıntıları, fotoğrafları, bina ve şehir planlarını, çizimleri içeren ‘Mémoires’ adlı bir kitap hazırladığında kapağını zımpara kâğıdından yapmıştı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder