RAHMİ ÖĞDÜL
11.09.2014
Suyun üzerinde kuru bir dal parçası ya da bir kütük gibi, birbiri ardı sıra gelen dalgalarla sallanıyorum. Sırt üstü yatmışım. Altımda, içine gömüldüğüm denizin mavi sularının derinliği; üstümde, açık mavi bir gökyüzü, sınırsızca derinleşerek sonsuzluğa uzanıyor. Derinlikler arasında asılı bir sarkaç gibi salınıyorum. Hatırlıyorum da ilk kez maskeyle denizin yüzeyinden, suların giderek koyulaşan mavi derinliğe baktığımda, bir an içine düşeceğimi hissedip korkuya kapılmıştım. Sonra, sırt üstü uzun süre gökyüzünü seyre dalmış ve bir kez daha aynı korku sarmıştı beni; yön duygusunu yitirince, aşağıdan mı yoksa yukarıdan mı baktığımı artık fark edemediğimde, birden uzay, dipsiz bir kuyu gibi açılmıştı önümde.
KİMSE TATLI CANINI SIKMIYOR!
Bu derinlik duygusunu hissetmeyeli uzun zaman oldu. Durmadan yüzeyler üzerinde hareket ediyor ve hep yüzeyleri fethetmeye çalışıyoruz. Yeryüzünü parsel parsel bölüp mülkiyetimize kattıkça derinlik metaların parlak yüzeylerinde yok oldu. Somalı madencilerin yaşamları pahasına, yeryüzünün derinliklerinden çıkardıkları kömürler paranın yüzeyine çevriliyor hemen. Ölümleri bile bizde derin yaralar açmadan yüzeyin parıltılı dünyasında yitip gidiverdi. Durmadan yeni yüzler üreten medya, bu yüzlerin yüzeyinde sörf yapan metalarla kışkırtıyor bizleri. Yüzlerimiz sadece yüzeyden oluşuyor ve kolayca okunsunlar diye kat kat boyalar sürerek piyasaya çıkıyoruz. Yüzlerimizin derinliklerinde yatanları okumak için kimse tatlı canını sıkmıyor artık. Bilişim teknolojisi diliyle konuşursak, ‘arayüz’lerde dolaşıyoruz.
DERİNLİK DUYGUSU YİTİP GİTTİ
Derinlik duygusunu içimizde de yitirdik. Artık kimse içine bakmıyor, bakamıyor. Belki de neyle karşılaşacağımızı bilemediğimiz için, belki de karşılaşacağımız şeyin bizi çok ürküteceğinden. Ya da gerçekten de derinliğimizi yitirdik. Derinliksiz, sadece yüzeyden oluşan iki boyutlu figürlere dönüştük. Bu iki boyutlu, kâğıttan figürler bir kumarbazın, iktidarın elindeki oyun kartlarıdır artık; istediği gibi karabileceği, desteleyebileceği, desteyi istediği yerinden kesip çoğaltabileceği, karşıt gruplar halinde bölümleyebileceği ve yeri geldiğinde hile yapabileceği oyun kartları. Ülkenin politik manzarasına baktığımızda iktidar elindeki kartları istediği gibi kullanabiliyor ve şimdilik-iktidar-olamayanlar, iktidar olmak için kendi destelerini hazırlamaya koyulmuşlar. Seçim dediğimiz, destelerin yeniden karılmasından başka nedir ki? Hangi destede olabileceğimize karar verebiliyoruz diye sevinebiliyoruz üstelik; karıldıkça birbirinin yüzeyinde kayan kartların sörf keyfi.
SADECE YÜZEYİ GÖRÜR OLDUK
Sanatta da derinlik yerini, yüzeye bıraktı. Sanatta içsel olanın, derinliğin yitirildiği ve sadece dış gerçekliğin, yüzeylerin yüceltildiği bir duruma geçilmesinin Marcel Duchamp’la birlikte gerçekleştiğini söylüyor David Kuspit. (Sanatın Sonu, Metis Yayınları). İçsel olanı bir kenara bırakarak sadece dış gerçekliği yücelten Duchamp sonrası sanat için post-sanat tabirini kullanıyor. Modern sanat ile post-sanat arasındaki farklılaşma, bilincin altında uzanan derinliklerin iptaliyle, bilinçdışı kültünün çöküşüyle başlamıştır. Modern sanatçı nesnel gerçeklik olarak önünde uzanan dış dünyayı yorumlarken, kendi iç dünyasının derinliklerine dalıyor, bilinçdışında temasa geçtiği kaosu yaratıcı bir güce dönüştürüyor ve derinlerdeki kuvvetlerin etkisiyle dış gerçekliği kendine göre bükebiliyordu. Post-sanattaysa mevcut gerçeklik yüceltilir; içsel yaşama, derinliğe yok edilmesi gereken bir baş belası olarak bakılır. Derinlikten kurtulup gerçekliğe koşulsuz boyun eğmiş bireyler, metaların parlak yüzeylerinde hareket ederken buldular kendilerini.
GERÇEĞİN FOTOĞRAFI NEREDE?
Post-sanatın ürünü olan hiper-realizm ya da foto-gerçekçilik, parlak yüzeyler üretir durmadan. Gerçekliği fotoğrafın çözünürlüğünden çok daha yüksek çözünürlükte resmederek, metaları birer yansıtıcı yüzeye çevirmiştir. Don Eddy, Richard Estes, David Parrish ve Thomas Blackwell gibi foto-gerçekçi sanatçıların tablolarında gerçekliği, etrafımızdaki yapıları, nesneleri ve insanları, otomobillerin, motorların, vitrinlerin parlak yüzeylerinde yansıdığı ölçüde algılarız. Artık gerçeklik, sanatçının derinliğinde, iç dünyasında kırılıp yeniden üretilmez; aksine yansıtıcı yüzeye dönüşmüş metalarda kırılarak yansır bize.
Derinlik kayboldukça parlak yüzeyli metalara sığınmaktan başka seçenek kalmıyor ve yüzeyde sörf yaptıkça tüm derinliğimizi, derinlik duygumuzu daha fazla yitirerek iki boyutlu kâğıttan figürlere, karılırken birbirinin üzerinde kayan oyun kartlarına dönüşüyoruz. Ve büyük illüzyonistin yeniden kardığı ve her seferinde yeni numaralarla göz boyadığı kart destesinde yerimizi alırken, yüzeyde sörf yapmanın keyfini çıkarıyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder