6 Eylül 2014 Cumartesi

MONA LISA VE LUCRETIA: POZ MU VERELİM YOKSA HAREKETE Mİ GEÇELİM?


RAHMİ ÖĞDÜL

04.09.2014

Sanat tarihinin ünlü kadınları vardır. Mona Lisa doğal olarak listenin başında yer alıyor. Leonardo’nun yaratısı olan Mona Lisa dışında, Orta Çağ’ın sonlarında Batı’da neredeyse her ressam tarafından resmedilmiş bir başka kadın, Lucretia da sanat tarihinin ünlü kadınlarındandır. Kimler resmetmemiştir ki Lucretia’yı?: Titian, Rembrandt, Dürer, Raphael, Botticelli, Cranach ve diğerleri.
 
LUCTERİA EYLEM HALİNDE
Mona Lisa ayrıksı güzelliğiyle ünlenirken, Lucretia gerçekleştirdiği eylem nedeniyle resmedilmeyi hak etmiştir. Mona Lisa poz veren bir kadındır; Lucretia eylem halindedir. Mona Lisa, bir kadının fotoğrafçının karşısında en güzel pozunu takınarak çektirdiği vesikalık fotoğrafı andırır ve günümüzde yaşasaydı, kendi güzelliğini durmadan selfie’lerle çoğaltacağından eminim. Poz vermek, ‘mış gibi yapmak’tır, kendini hayalindeki bir görüntüye göre katılaştırmaktır. Eylem halindeyse her türlü katılaşmanın akışkanlaştığını görürüz ve fotoğrafçı eylem halindeki bir bedenin sadece bir anını yakalayabilir; pozlama süresine bağlı olarak devinen bedenin fotoğrafta tamamen kişisel özelliklerini yitirdiğini, silikleştiğini ve kimliksizleştiğini de görebiliriz. Dolayısıyla Mona Lisa, kimliklerin vazgeçilmezi olan vesikalık fotoğraf halinde katılaşmış bir bedeni temsil ederken, Lucretia eylem halindeki, akışkan bir bedenin bir anlık görüntüsüdür. Poz verme ile eyleme geçme arasındaki kıyaslamada üstünlüğü eyleme verecek olsaydık, Lucretia sanat tarihinin ünlü kadınları arasında birinci sırayı alacaktı. Mona Lisa’nın güzelliğine hayran olabiliriz, ama o kadar. Oysa Lucretia’nın eyleminin üzerine kafa patlatabiliriz. Ve ressamlar, dönemin ikon-kırıcıları ile ikon-severleri arasında gerçekleşen, ‘ikonu sevelim mi yoksa parçalayalım mı?’ tartışmasını Lucretia’nın eylemi üzerinden çözmüşlerdi. Aynı şekilde Lucretia yaşadığı toplumda eylemiyle, içinden çıkılamaz gibi görünen bir durumu çözmüş ve Tiranlık rejiminin devrilerek yerine cumhuriyetin kurulmasına yol açmıştır. O halde bir kez daha sormak gerekiyor: İkonu ya da tiranı sevelim mi yoksa parçalayalım mı?

İkonlar çağında yaşıyoruz. Pop ikonlardan tutun da politik ikonlara dek, yaşamın her alanında ikonlaşmaya tanıklık ediyoruz. Facebook gibi sosyal paylaşım sitelerini ziyaret ettiğimizde, ‘mış gibi yaparken’ çekilmiş fotoğraflarıyla küçük ikonlara rastlıyoruz çokça. Tasarlanmış mizansenlerin içinde, olabilecek en katı halleriyle ikonlar. Bu ikonlaşmanın karşısında yeni bir ikon kırma hareketi başlatmak gerekli. Kendi imgelerini fotoğraflarda katılaştırarak, selfie’leriyle ‘mış gibi yaparak’ pozlar veren bedenlerin yerine, eylemin kesintisiz akışında durmadan form değiştiren akışkan bedenlerin ikon kırıcılığını geçirmeli.
 
HERKES KENDİ POZUNU VERİYOR
Eylem en büyük ikon kırıcıdır. Katılaşmaya fırsat bulamadan, eylemin kesintisiz akışında durmadan geçici formlara bürünür bedenler. Ve durduğumuz, kendimizi sabitlediğimiz an ikonlaşma tehlikesi baş gösteriyor. İktidar kendisini ikonlaştırmaya mecbur; kendisini konumlandırdığı ve sabitlediği tepeden pozlar vererek ‘mış gibi yapar’ ve bizler de bu ‘mış gibi yapan’ iktidarın ‘mış’larına aldanırız. Herkesin kendisini dondurarak pozlar verdiği bir çağda, ikonlaşma yaygınlaştıkça ikonlardan, küçük iktidarlardan geçilmeyecek ortalık. Dondurulmuş ikonlar hiyerarşisinde politik iktidar, tüm ikonların taptığı bir mega-ikona dönüştüğünde tiranın, zorbanın zamanı gelmiş demektir. Tüm ikonları parçalamadan tirandan kurtulmak mümkün değil.

Söylenceyle tarihsel gerçekliğin iç içe geçtiği bir anlatı olan Lucretia’nın öyküsü, Roma’nın Tiranlar tarafından yönetildiği dönemde geçer. Tiran’ın oğlu Lucretia’ya tecavüz eder ve bu lekeyle yaşamak istemeyen Lucretia da intihar eder ve toplumda büyük bir infial yaratan bu olay, Tiranlık rejiminin devrilmesi ve ardından cumhuriyetin kurulmasıyla sonuçlanır. Reformasyon döneminde Lucretia’nın kendi bedenine yönelik bu eylemi, ikon-severler ile ikon-kırıcılar arasındaki tartışmada bir problem çözücü olarak yeniden gündeme gelmiştir. Bir tarafta klasik çıplağı, imgeyi yücelten ikon-severlik, diğer tarafta ise imgeyi tamamen yok ederek metafizik bir mistisizme yönelen ikon-kırıcılık. Sonunda sanatçılar Lucretia ile bu sorunu çözdüler. Elindeki bıçağıyla Lucretia, ikonlaşmaya meyilli kendi imgesi de dahil her türlü ikonu parçalamaya yönelik bir eylem halinde gösterilmiştir; form ile formsuzluk, ikon ile ikonun parçalanabilirliği arasındaki geçişkenliktir vurgulanan. Donmuş bir ikon gibi bize dayatılan gerçekliğin geçici bir görüntü olduğunu, dayatılan ikonun ya da imgenin parçalanabilirliğini, daha da önemlisi hareketin, eylemin, akışın ikon kırıcı özelliğini duyumsatırlar bize ressamlar.

İkonun poz severliği karşısında, durmadan form değiştiren bedenin eylem severliği, hem mega-ikonu hem de küçük ikonları parçalayacak hamleyi başlatacaktır. İkon poz vermeyi sever; oysa yaşamın akışı içinde form ile formsuzluk arasında durmadan geçişler yapan bir toplumda hiçbir ikon ya da tiran tutunamayacaktır. O zaman son kez soruyorum: Mona Lisa’nın poz severliği mi yoksa Lucretia’nın eylem severliği mi?



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder