RAHMİ ÖĞDÜL
18.09.2014
Sam Peckinpah’ın filminin afişi sanki: Torbalarda kesik kafalar taşıyan kelle avcıları. Kesik kafaların ya da kafa kesmelerin gündemden düşmediği bir zamanda Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın görsel dili mi sürçtü? Yoksa hazırladığı afişle, sürüden ayrı, tek başına yaşayanlara gözdağı mı vermek istiyor? Bir dehşet salma ve sindirme yöntemi olarak kafa kesen ve kestiği kafaları sosyal medyada gözümüzün içine sokan İslamcı terörist grubun yöntemini mi kullanıyor Bakanlık? Neden olmasın? “Yalnızlığın Biçimleri” başlıklı yazımda, yanlışlıkla Foucault’ya atfettiğim, oysa söyleşi sırasında Richard Sennett’in tanımlaması olan üç tür yalnızlıktan bahsederken, sadece iktidarın dayattığı yalnızlık üzerinde durmuştum. Bir de iktidarı, iktidar sahiplerini korkutan yalnızlık var: Düş gören, düşünen ve başkaldıran insanın yalnızlığı. İktidarın tecridi sevdiğini yazmıştım, ama iktidar şimdi bir karşı hamleyle tek başınalığı, yalnızlığı yok etmeye çalıştığı izlenimi veriyor. Yoksa başkaldıran insanın yalnızlığını mı hedefliyor ve kesik kafalarla dehşet salıp tek başına duran ve sürüye katılmayanları, eleştirel düşünce gücünü yitirenler ve koşulsuz iktidara boyun eğenler sürüsüne mi katılmaya zorluyor?
BAŞKALDIRININ YALNIZLIĞI
Richard Sennett, Foucault ile söyleşisinde yalnızlığın biçimlerini sıralarken ikinci sıraya, “iktidar sahiplerini korkutan yalnızlığı” yerleştiriyor ve ekliyordu: “Bu, düş görenin, homme revolté’nin yalnızlığıdır; başkaldırının yalnızlığı.” “Eskiçağ’da iktidar sahiplerinin korktuğu, düş gören, yalıtılmış insan, bir Sokrates’ti. Devletin yasaları karşısına, daha yüksek yasaların sözüyle çıkan biri: Yerleşik iktidar düzenine karşı bir ideal. Çağdaş homme revolté, bir Artaud ya da Genet, iktidar düzeninin karşısına, yasasızlığın hakikatini koyar.” Jean Paul Sartre da başkaldıran yalnızların sözcüsüdür Sennett’e göre. Demek ki düş gören, hayal kuran, düşünen ve yaratan, yarattıklarıyla dayatılan yasaları boşa çıkaran insanın yalnızlığı da iktidar açısından katlanılamaz bir şey. Sokrates düşünceleriyle gençleri zehirleyebiliyor ve iktidar sahipleri, Sokrates zehrine panzehir olarak baldıran zehrini kullandılar. Hatırlayalım; Sokrates, şehrin tanrılarına inanmamak ve gençlerin ahlakını bozmaktan suçlu bulunmuş ve baldıran zehri içirilerek öldürülmüştü.
Sürüye katılmamış, sürünün dışında durarak derinlerden, içeriden gelen kuvvetlerin etkisiyle, iktidarın dayattığı biçimlere karşı çıkarak, kendi biçimlerini yaratanların yalnızlığıdır bu. Sürünün bir sıvı gibi, kolaylıkla iktidarın dayattığı kabın biçimini almasına karşın, yürürlükteki biçimlere karşı eleştirel yaklaşan, düşünsel ve sanatsal yeni biçimler yaratanların yalnızlığı. Sennett’in “homme revolté”nin yalnızlığına verdiği örneklerde iki tür başkaldıran çıkıyor karşımıza: Bir uçta iktidarın yasaları karşısına daha yüksek bir yasayla, ideal toplum yasasıyla çıkanlar var ve diğer uçta her türlü yasayı reddederek, akışkan formların içeriden dışarıya doğru kendi biçimlerini yaratarak kurdukları içkinlik düzlemini, yasasızlığı savunanlar. Her iki durumda da iktidar yasalarını, dayatılan biçimleri geçersiz kılan, sürüyü dağıtmakla suçlanan başkaldıran insanı görüyoruz.
SANATÇI YENİ BİÇİMLERLE SARSMALI
Sanatçı ve düşünürün yalnızlığı, mevcut biçimlere başkaldıranın yalnızlığıdır. Katalan sanatçı Antoni Tàpies, sanatçının bir fildişi kulede yaşamadığını, toplumla, felsefe, politika, bilim gibi diğer disiplinlerle ilişkisini vurguladıktan sonra sanatsal üretim için yalnızlığın da gerekli olduğunun altını çiziyor: “Sanatçı beyaz tuvalin karşısında yalnızdır ve bu konumda,… kimse ona danışmanlık veya yardım edemez. Tek başına yaşadığı deneyimleri aydınlatmak ve yönlendirmek için sadece kendi malı olan malzemelerle boğuşmalı”dır (bkz Antoni Tàpies, Sanat Pratiği, Dost Kitabevi). Toplumla sürekli ilişki içinde olan sanatçının tam da yaratım esnasında, iktidarın dayattığı forma karşı yeni bir form üretirken gereksindiği yalnızlık.
SANATÇI YENİ BİÇİMLERLE SARSMALI
Sanatçı ve düşünürün yalnızlığı, mevcut biçimlere başkaldıranın yalnızlığıdır. Katalan sanatçı Antoni Tàpies, sanatçının bir fildişi kulede yaşamadığını, toplumla, felsefe, politika, bilim gibi diğer disiplinlerle ilişkisini vurguladıktan sonra sanatsal üretim için yalnızlığın da gerekli olduğunun altını çiziyor: “Sanatçı beyaz tuvalin karşısında yalnızdır ve bu konumda,… kimse ona danışmanlık veya yardım edemez. Tek başına yaşadığı deneyimleri aydınlatmak ve yönlendirmek için sadece kendi malı olan malzemelerle boğuşmalı”dır (bkz Antoni Tàpies, Sanat Pratiği, Dost Kitabevi). Toplumla sürekli ilişki içinde olan sanatçının tam da yaratım esnasında, iktidarın dayattığı forma karşı yeni bir form üretirken gereksindiği yalnızlık.
Tàpies ekliyor: “Biçimler, kendilerini karşılayan topluma saldıracak, onu taciz edecek, düşünmeye zorlayacak yetenekte değillerse… otantik sanat yapılamaz.” Sanatının sanat olabilmesi için bizi konformizm bataklığına gömen mevcut biçimleri yeniden üretmemeli sanatçı; aksine bizi yeni biçimlerle sarsmalı: “Şok olmadan sanat olmaz. Bir estetik biçim seyircinin kafasını karıştıracak yetenekte değilse, düşünme tarzını altüst edemiyorsa, bugün için geçerli bir sanatsal biçim değildir.” Düş gören ve düşünen, yarattıklarıyla insanların kafalarını karıştıran, sürüleşmiş bireyleri baştan çıkaran “homme revolté”yi kafasız bırakmak için kampanya başlatıyor iktidar. İktidarın sesi çınlıyor ortalıkta: Bana onun kellesini getirin!
Not: Görseller, 6 Şubat 2012’de yitirdiğimiz Katalan ressam, heykeltıraş ve sanat kuramcısı Antoni Tàpies’e aittir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder