5 Mayıs 2012 Cumartesi

MÜZEDE GÖRÜNEBİLİRLİK SORUNU




RAHMİ ÖĞDÜL

03.05.2012

Her ne kadar günümüzde sergileme yöntemleri değişmiş olsa da müzeler hâlâ sanat yapıtlarında cisimleşen sanatsal belleğin sergilendiği alanlar. Heykeli pek sevmeyen Baudelaire belleği, resmin ana mecrası olarak görüyordu örneğin. Baudelaire için resim bir bellek sanatıdır, müze ise bu sanatın mimarisidir.

Müzeler aynı zamanda sanat tarihi içerisinde bir bellek sorununu da cisimleştiren alanlar. Belirli söylemlerin üretildiği ve bu söylemin dışında kalanların ise belleğe dâhil edilmediği sanatsal belleğin mekânları. Hal Foster müzelerle ilgili makalesinde Foucault’cu anlamda arşivden söz eder, sözün dış görünüşünü belirleyen, belirli ifadelerini yapılandıran sistem anlamında. “Bu anlamda işlev kendi içinde ne olumlayıcıdır ne de eleştireldir; sadece söylemin terimlerini sağlar”. “Ama bu sadeceyi yabana atmamak gerekir” diye devam eder Foster, “zira bir arşiv söylemin terimlerini yapılandırıyorsa, belli bir zamanda ve yerde nelerin söylenip söylenmeyeceğinin sınırlarını da belirler” ( Tasarım ve Suç, İletişim Yayınları).


Söylemin sınırlarını belirleyen bir bellek mekânı olarak müzelerin belleğini sorgulamak gerekiyor burada. Hangi bellek diye sormak gerekiyor. Müzenin ana belleğinde yer edinemeyenler müzenin dışında kendi kıyısal belleklerini inşa ediyor olmaları da bir gerçek. Sanki bir merkezi bellek bir de periferde yer alan kıyısal bellek var gibi. Kıyısal belleğin unsurları çoğu zaman sanat piyasasının kulvarlarında yeterince ter döktükten sonra merkezin belleğinde yer almaya hak kazanıyorlar. Kıyıda yer alan toplumsal ve sanatsal belleğin merkezi sanat düzleminde görünebilmesi, müzenin belleğinde yer etmesi için piyasanın görünmez elinin devreye girmesi gerekiyor.

BURJUVAZİNİN DUVARINDA YOKSULLUK

Müzeler sanatsal üretimin belleğini oluşturuyorsa eğer, özellikle sanat üretiminin de toplumsal belleği oluşturduğu söylenebilir. Bellek, resmin ana mecrasıdır diyordu Baudelaire. Sanat yapıtının içeriği ile müzenin içeriğini birbirine örtüştüren çok güzel bir örnek duruyor önümüzde. Rembrandt’ın ‘Gece Nöbeti’ başlığını taşıyan 1642 tarihli tuvali, sanatın belleğinin piyasanın, daha doğrusu paranın kurallarına göre nasıl işlediğini gösteriyor bize. Resim bir sivil milis kuvveti tasvir ediyor. Resimde yer alan figürler tabloda boy gösterebilmek için belirli bir ödeme yapmışlar ressama. En fazla parayı veren siyah giysili, kırmızı kuşaklı Yüzbaşı Frans Banning Cocq resimde merkeze, en görünen yere yerleşirken, daha az para ödeyenler ise arka planda yer bulabilmişler ancak kendilerine. Piyasa kurallarına göre yoksulların, oldukları halleriyle sanatta görünür hale gelmesi neredeyse imkânsızlaşıyor. Yoksullar, burjuvazinin duvarlarına asacak değerde bir imgeye dönüştüklerinde, başkalaştıklarında, evcilleştirildiklerinde sanatın imge repertuarına girebiliyorlar ancak. Geçen yazılarımın birinde söz ettiğim gibi Thomas Gainsborough’nun tablosundaki köylüler ancak evcilleştirildiklerinden, uygarlaştırıldıktan sonra piyasanın kurallarına göre işleyen sanatta bir imge olarak yer bulabilmişlerdi kendilerine.

MÜZE İÇİNDE MÜZE

Fırat Arapoğlu’nun küratörlüğünde Elgiz Çağdaş Sanat Müzesi’nde gerçekleştirilen “Müze içinde Müze” sergisi doğrudan müze içine sızarak sanatın ticarileşmesini, müzecilik anlayışını, müzeolojiyi içerden çökertmeye, ipliğini pazara çıkaramaya yönelik bir girişim. Kısmen de başarıya ulaştı bu çaba. Sergi oluşum süresinde ve açılış sırasında müze yönetimiyle yaşanan sıkıntılar, aslında kıyısal belleğin merkezi belleğe sızma çabası ve merkezi belleğin bu çabaları kendi söylemine uydurmaya çalışması olarak da okumak mümkün Merkezi bellek olarak müze kendi söylemini üretirken belirli bir zamanda ve yerde (kendi mekânında) nelerin söylenip söylenemeyeceğinin sınırlarını da belirliyor. Müzenin içinde yer alan daimi sergideki ana-akımlaşmış yapıtların hemen yanı başında duran, müzecilik anlayışına, ana-akıma saldıran yapıtlar ortamı tam bir heterotopyaya dönüştürmüş. Birbirileriyle ilişkiye girmeleri imkânsız farklı türden belleklerin yan yana gelmesi karşısında müze söyleminin sınırları belirleyici tavrının devreye girmesi kaçınılmaz tabi. Kısmen başarılı olduğunu söylemiştim bu çabanın. Herkes merkezde görünür olmak, boy göstermek istiyor. Kıyısal belleğin rüyalarını süslüyor merkezi bellek. Kıyısal belleğin merkezi bellekte yer almaya yönelik bitip tükenmez çabası anlamında, “Müze içinde Müze” sergisi bir taraftan da müzelerin ana bellek olarak vazgeçilmezliğini içten içten onaylıyor gibi.

Not: Anti-pop, Rafet Arslan, Mehmet Çeper, Orhan Cem Çetin, Eda Gecikmez, İnsel İnal, Alper İnce, Ali İbrahim Öcal, Elif Öner, Hülya Özdemir, Çağrı Saray ve Özlem Şimşek’in yapıtlarıyla, Fırat Arapoğlu’nun küratörlüğünde gerçekleştirilen “Müze içinde Müze” sergisi Elgiz Çağdaş Sanat Müzesi’nde 20 Mayıs’a kadar izlenebilir.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder