13 Ağustos 2009 Perşembe

EROTİK BİR OYUN OLARAK HAKİKAT


RAHMİ ÖĞDÜL

13.Ağustos.2009


Figüratif sanatlarda erotizm, giyiniklik ile çıplaklık arasında hassas bir ilişki olarak beliriyor. Erotizmin gerçekleşmesi, bir durumdan diğerine yapılan geçişin olabilirliğine bağlı. Şayet bu kutuplardan biri, diğerini dışarıda bırakacak şekilde mutlak bir değer kazanırsa, bu geçiş olanağı oradan kalkmış oluyor. Böylesi bir durumda artık erotizmden söz etmek mümkün değil.

Erotizm imkânının sonsuza dek askıya alındığı, giyinik olmaya ya da çıplaklığa mutlak önem atfeden iki gelenekten söz edilebilir kabaca; aynı zamanda bu iki geleneğe iki metafizik hakikat kavramı denk düşüyor. Orta Doğu kökenli Yahudi geleneğinde aşkın hakikat tamamen örtülü halde bulunurken, Antik Yunan’da ise hakikat tüm çıplaklığıyla kendisini sergileyebiliyordu.

Giyinik olmayı yücelten, çıplaklığı adeta lanetleyen Yahudi geleneğinde aşkın hakikat giyinik olarak tasavvur ediliyor; ışıktan bir giysiyle örtmüştür kendisini. İnsanlara kendini doğrudan göstermez, ancak onu örtülü halde görebilirler; aşkın olanın çıplaklığı insanların tahammül edemeyeceği, yetilerinin çok ötesinde bir şeydir; o yüzden hakikati, mutlak bir örtü olarak deneyimleyebilirler ancak.

Özellikle erkekler arasında çıplaklığın göklere çıkartıldığı, olimpiyatlarda atletlerin çıplak olarak yarıştığı Antik Yunan’da ise durum tam tersiydi; çıplaklık mutlak bir değer kazanmıştı burada. Yunan sanatında ideal insan figürü tüm çıplaklığıyla sergileniyordu. Çıplaklık kavramı daha çok, görüş netliğine, bedenin, nesnenin tüm özelliklerinin gururla sergilendiği bir duruma gönderme yapan bir kavramdı.

Platon ile birlikte bu görüş netliği metafizik bir anlam kazandı. Platon’un meşhur mağara meselinde mağara içindeki tutsaklar, hakikatin sadece duvardaki yansımalarını görürler ilk önce; dışarı çıktıklarında ancak mutlak hakikati (ideaları) seyre dalıp tefekkür edebiliyorlar. Bir başka deyişle, mağaradan kurtulan tutsaklar, bu dünyada gölgelerini, kopyalarını gördükleri ideaların asıllarını tüm çıplaklılığıyla görebiliyorlar. İdeaları görmek, ‘theoria’ yoluyla oluyor. Teori(Osmanlıcası ‘nazariye’) sözcüğünün kökenlendiği Yunanca ‘theoria’ kavramı, görme yetisini; titiz, özenli, dikkatli ve kesin görüşü anlatan bir kavram. Hakikati tüm giysilerinin, örtülerinin ve kapatılmalarının ötesinde kendi tikelliği halinde görme yeteneğini ima ediyor. Bilgi edinme süreci, hakikatin örtüsünün kaldırılıp tüm çıplaklığıyla sergilendiği bir sürece dönüşüyor böylelikle.

Hakikatin bu dünyada değil de dışarıda ya da başka bir yerde olduğunu iddia eden bu iki aşkın hakikat anlayışı erotizme imkân tanımıyor. Oysa bu dünyaya içkin olan hakikat, erotik bir varoluş olarak sunuyor bize kendisini; tüm çıplağıyla ya da tamamen örtülü halde değil, ikisi arasında bir geçişe imkân tanıyacak bir varoluş olarak. Bunu herhalde en iyi anlatan kavram Heidegger’in, erotik içerimler taşıyan ‘aletheia’ kavramıdır.

Her iki gelenekteki metafizik anlayıştan farklı olarak ‘aletheia’ (gizlenmemişlik), açığa çıkarmayı içerdiği kadar örtmeyi, gizlemeyi de ima ediyor. Varlık, olup bitmiş bir durum değil, sürekli bir meydana geliş, oluş halidir. Heidegger hakikati, bu meydana geliş sırasında sergilenen bir gizleme ve açığa çıkarma oyunu, bir şeyin açığa çıkarılıp görünür hale geldiği, buna karşın başka bir şeyin geri çekildiği ya da gizlendiği bir oyun olduğunu düşünüyor. Varlık, oluş sürecinde kendisini edimselleştirdiği, cisimleştirdiği anda belirli bir yönünü açığa çıkarmış oluyor sadece; ne var ki henüz fiili hale gelmemiş, bu dünyaya ait gizil güçleri de barındırıyor içinde. Hakikati erotik bir örtme-açma oyunu halinde deneyimliyoruz. İşte bu erotik doğası nedeniyle hakikati arzuluyoruz belki de.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder