RAHMİ ÖĞDÜL
15.01.2016
Dışarıda acayip şeyler oluyor, katlanılması zor şeyler. Dışarıdaki şeylere inanası yok ama peri masallarına inanabiliyor. Tuhaf bir yaratık şu insan. Sanki bir masal kahramanı. Masalda yaşamadığı halde, kendisine anlatılan ve kendi kendine anlattığı öykülere inanarak bir masal dünyası yaratabiliyor. Onu, doğanın diğer canlılarından ayıran özelliği bu olmalı. Ekosistemlerine ya da kendi türlerine yapılan bir saldırı karşısında kargaların nasıl davrandıklarını görmüşsünüzdür. Hitchcock’un “Kuşlar” filmi abartılı olabilir ama kargalar bir saldırı karşısında hemen atağa geçiyorlar. Ekosistemimiz, doğamız, insan ve insanlık saldırı altındayken masal dünyasına kapanarak evcilik oyunu oynamayı nasıl becerebiliyoruz? Kuş beyinli diyerek aşağıladığımız kuşların beynini bir kez daha düşünelim lütfen. “İnsan beyinli” deyimi daha denk düşüyor bizim durumumuza; etrafına ördüğü düşünsel kafesin içine kendini hapseden tek canlıyız; ve dışarıda dünya batsa umurumuzda değil. Çok sevdikleri ahlak adına ahlak dışılığı meşrulaştırmaktan tutun da çocuk ve kadın katliamlarını vatanseverlik olarak yutturan yayın organlarına kadar iktidarın acayipliklerine tanıklık etsek de dut yemiş bülbül gibiyiz, suskunuz.
MASAL DÜNYASINDAN BİLDİRİLİYOR
Dut yedirerek susturdular bülbülü. Ama unutmayalım şimdi konuşan, doğanın üzerinde tahakküm kurandır, ötekileştirdiği doğayı sessizleştirerek katliamlar gerçekleştiren. Ve bülbülün sesini susturduğunda, gürültülü bir yaratık olarak yeryüzünün diğer seslerini de bastırmıştır. Sessizleştirilen sadece doğa değil, ayrıştırıp tabakalaştırdığı toplumu da dilsizleştirdi ve biz dilsizlerden sadece kendi sesini çoğaltan amplifikatörler olmamızı istiyor. Ya iktidarın sesini çoğaltacağız ya da dilsizleşeceğiz. Yine bir “ya/ya da” durumu ile karşı karşıyayız. Tüm tek sesli, faşizan anlayışlar gibi alternatif sesleri susturarak kendini meşrulaştıracağını sanıyor.
Dut yedirerek susturdular bülbülü. Ama unutmayalım şimdi konuşan, doğanın üzerinde tahakküm kurandır, ötekileştirdiği doğayı sessizleştirerek katliamlar gerçekleştiren. Ve bülbülün sesini susturduğunda, gürültülü bir yaratık olarak yeryüzünün diğer seslerini de bastırmıştır. Sessizleştirilen sadece doğa değil, ayrıştırıp tabakalaştırdığı toplumu da dilsizleştirdi ve biz dilsizlerden sadece kendi sesini çoğaltan amplifikatörler olmamızı istiyor. Ya iktidarın sesini çoğaltacağız ya da dilsizleşeceğiz. Yine bir “ya/ya da” durumu ile karşı karşıyayız. Tüm tek sesli, faşizan anlayışlar gibi alternatif sesleri susturarak kendini meşrulaştıracağını sanıyor.
Tüm bunlar masal dünyasında olabilir ancak. Agamben’in bahsettiği gibi, “Peri masallarında büyülenen insan dilsizleşir, büyülenen doğa ise dile gelir” (Çocukluk ve Tarih). Büyülediler bizi, ne kadar saçmalarlarsa saçmalasınlar, sesini çıkarmayan dilsiz bir kitle yarattılar. Her şeye rağmen doğa konuşuyor yine de; hayvanlar, ağaçlar, ekosistem, yeryüzü ve ötekiler; konuşmayı bırakın, yıkımlar karşısında feryat figan haykırıyorlar. Ama sadece dilsizleştirmekle kalmadılar, sağırlaştırdılar da bizi; dışarının sesine kapattık kulaklarımızı. Büyülenmiş haldeyiz, kendi masal dünyamızın, çerçevenin dışını ne görüyor ne de duyuyoruz; üstelik sesimiz de çıkmıyor; içimize iktidar kaçmış bizim, ağzımızı açtığımızda sadece iktidar konuşuyor.
ÇERÇEVENİN NERESİNDEN
İngilizcede bir deyim var, “to be framed” diye. İki anlamı var: biri, “çerçeve içine alınmak”; diğeriyse “tüm suçu bir insanın üzerine yıkmak üzere bir tertip düzenlemek, yani kumpas kurmak.” İktidar bize durmadan kumpas kuruyor; çerçeve içine aldıkça, kurduğu tertibin içine dâhil oluyoruz. Her çerçeve içine alındığımızda hem failiz hem kurban. Çerçeveliyor, çünkü tüm yapıp ettiklerini bizim adımıza, “güvenliğimiz ve birliğimiz” adına gerçekleştirdiğini söylediğinde suçu bizim üzerimize yıkabiliyor. Çerçevenin dışına çıkıp, “Barış istiyoruz, bu suça ortak olmayacağız” dediğimizde tüm yapıp ettikleriyle tek başına ortada kalacak; bundan korkuyor.
Bazen çerçevenin dışından feryatlar sızıyor içeri: “Sesiz kalmayın, burada insanlar, çocuklar ölüyor.” İçeri sızan seslerin, yarattığı büyüyü bozacağından ve dilsizleşenlerin dile geleceğinden korktuğu için anlattığı masalın çerçevesindeki gedikleri kapatmakla meşgul şimdi. Kabilesinin büyücüleri yeni büyüler icat ettikçe dilsizleştiriliyoruz. Masal dünyasında yaşadığımız sürece, başkalarının acılarını duyumsamak ve dile gelmek imkânsız. Çerçevenin dışına çıktığımızda ve yeryüzüne dokunduğumuzda büyü bozulacak oysa. Biz kurbağalar, kendimizi iktidara öptürdükçe daha da çirkinleşiyoruz. Ah, bir sarılsak birbirimize! Bakın o zaman nasıl da güzelleşeceğiz ve güzelleşecek dünya.
İngilizcede bir deyim var, “to be framed” diye. İki anlamı var: biri, “çerçeve içine alınmak”; diğeriyse “tüm suçu bir insanın üzerine yıkmak üzere bir tertip düzenlemek, yani kumpas kurmak.” İktidar bize durmadan kumpas kuruyor; çerçeve içine aldıkça, kurduğu tertibin içine dâhil oluyoruz. Her çerçeve içine alındığımızda hem failiz hem kurban. Çerçeveliyor, çünkü tüm yapıp ettiklerini bizim adımıza, “güvenliğimiz ve birliğimiz” adına gerçekleştirdiğini söylediğinde suçu bizim üzerimize yıkabiliyor. Çerçevenin dışına çıkıp, “Barış istiyoruz, bu suça ortak olmayacağız” dediğimizde tüm yapıp ettikleriyle tek başına ortada kalacak; bundan korkuyor.
Bazen çerçevenin dışından feryatlar sızıyor içeri: “Sesiz kalmayın, burada insanlar, çocuklar ölüyor.” İçeri sızan seslerin, yarattığı büyüyü bozacağından ve dilsizleşenlerin dile geleceğinden korktuğu için anlattığı masalın çerçevesindeki gedikleri kapatmakla meşgul şimdi. Kabilesinin büyücüleri yeni büyüler icat ettikçe dilsizleştiriliyoruz. Masal dünyasında yaşadığımız sürece, başkalarının acılarını duyumsamak ve dile gelmek imkânsız. Çerçevenin dışına çıktığımızda ve yeryüzüne dokunduğumuzda büyü bozulacak oysa. Biz kurbağalar, kendimizi iktidara öptürdükçe daha da çirkinleşiyoruz. Ah, bir sarılsak birbirimize! Bakın o zaman nasıl da güzelleşeceğiz ve güzelleşecek dünya.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder