24 Ocak 2013 Perşembe

YERYÜZÜNE DÜŞEN SANAT

RAHMİ ÖĞDÜL

24.01.2013

Sanat yapıtı, cennete, öte dünyaya ait olan, tıpkı azizlerin başlarının üzerinde taşıdığı gibi çerçevesinin etrafında taşıdığı aurasını yitirmiş ve tamamen dünyevi olmuştur. Öte dünyalığından arınıp dünyevi olan her şey gibi sanat yapıtı da toplumsal olanın, piyasa koşullarının işaretlerini taşır bünyesinde. Agamben, 16. yüzyılın önemli figürlerinden olan Paracelsus’a atfen, “Adem cennette iken kesinlikle işaretlenmemişti” diye yazar. Doğaya, yeryüzüne düşen herşey işaretlenir. Dolayısıyla işaretleri okuma biliminin, her türlü bilgi gibi günahın sonucu olduğunu da ekliyor Agamben (Şeylerin İşareti, Yöntem Üzerine, çev. Betül Parlak, Monokl Yayınları). Sanat yapıtı da bu dünyanın işleriyle kirlenirken, hepimiz gibi gırtlağına kadar günaha batmıştır.

İÇERİYİ BİLDİRMEYEN DIŞSAL HİÇBİR ŞEY YOKTUR

Paracelsus’un De natura rerum (Şeylerin Doğası üzerine) kitabına göre, herşey kendi görünmez niteliklerini görünür kılan ve ortaya çıkaran bir gösterge taşır. Çünkü doğa o şeyde bulunanı işaretlemeden kendisinden hiçbir şeyin çıkmasına izin vermez. İçeridekini bildirmeyen dışsal hiçbir şey yoktur Paracelsus’a göre. Ve insan, her şeyde işaretlenmiş olanı, göstergeler sayesinde bilebilir. Yeryüzüne düşen her şey bedeninde taşıdığı işaretlerle içinde taşıdığını yansıtmakla kalmıyor artık, başka şeylere, başka bedenlere de yöneltiyor bizleri.

“Bizim odadaki ok belirli bir yeri işaret etmiyordu, bu apaçık ortadaydı, dolayısıyla onu kafamızın içinde duvarın ötesine uzatmamız, koridordaki bir şeylerle ilgili olup olmadığını araştırmamız, orada bir şey bulamazsak, bahçeye kadar uzatmamız gerekiyordu.” Gombrowics’in “Kosmos” adlı romanındaki kahramanları işaretlerin arkasındaki düşünceyi ve bu düşüncenin kime ait olduğunu bulmak için işaretleri izlerler kitap boyunca ve bu işaretler onları kapalı kapıların dışına gönderir (Çev. Aykut Derman, Can Yayınları). Dünyevileşen sanat yapıtını da kapalı bir odanın içinde yorumlamak artık bir işe yaramıyor. Bir beden olarak sanat yapıtını oluşturan kuvvet çizgileri bizi dışarı atıyor durmadan. Gombrowics’in romanındaki gibi oklar duvarların ötesine işaret ediyor. Koridorlarlarda dolaşmamızı, odalara girip çıkmamızı, olmazsa açık havada koşuşturmamızı talep ediyorlar bizden.

DÜŞÜNCENİN İZİNİ TAKİP ETMEYEN SANAT YOKTUR

“Bir beden herhangi bir şey olabilir: bir hayvan, bir sesler kümesi, bir zihin ya da bir fikir olabilir; dil bilimsel bir külliyat, bir kitle, bir kolektivite olabilir” diye yazıyordu Deleuze, Spinoza üzerine kitabında. Spinozacı bakışa göre bir sanat yapıtını da bir beden olarak düşünebiliriz. Sanatı, birbirleriyle gerilim ilişkisinde bulunan kuvvetler olarak, bir kuvvetler yumağı olarak tanımladığımızda, bu kuvvetlerin niceliğinden daha çok niteliğine bakmamız gerekiyor. Bizi erklendirecek, gücümüze güç katacak duygulanımlara yol açan aktif kuvvetler var bir tarafta; öte yanda ise bizleri güçsüzleştiren, kederli düşüncelerle başbaşa bırakan reaktif kuvvetler. Hangi kuvvet? diye sorabiliriz, tıpkı Gombrowics’in roman kahramanlarının sorduğu gibi. Gombrowics’in romanında okların, vektörlerin izini süren kahramanlar, tıpkı bir sözcük oyununda harflerin teker teker ortaya çıkıp bir sözcük oluşturması gibi anlamın peşinden koşarlar. “İyi, güzel de hangi sözcüğü? diye sorarlar. “Evet, bütün bunlar kafamızda bir düşüncenin uyanmasına yönelik gibiydi… belirli bir düşüncenin… ama hangi düşünce?” Bir kuvvet çizgisi olarak kendini sanat yapıtına sokan düşüncenin arkasında mutlaka biri olmalı.

Yeryüzünün pis işleriyle kirlenmiş sanatçılar ve sanat yazarları bu kuvvetlerin arkasındaki düşünceyi sorgulamalı öncelikle. Bir beden olarak sanat yapıtı, birbiriyle çatışan kuvvetlerden oluşmuş bir kuvvetler yumağıysa, kuvvet vektörlerinin işaret ettiği düşüncenin izini sürmeden, sanat hakkında konuşmak artık boş lakırdıdan öteye geçmiyor.

Not: Bu cumartesi (26 Ocak 2013), saat 15.00’de, Tophane Galeri Mixer’de, son günlerde sanat eleştirisi ve eleştirmenin değişen rolü etrafında dolanan tartışmaları daha da dolandırmak için Ayşegül Sönmez, Ali Şimşek ve benim katıldığım , “Sanatın Eleştirisi, Eleştirinin Sanatı” başlıklı bir söyleşi düzenlenecek. Bekleriz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder