9 Eylül 2010 Perşembe

GENİUS LOCİ OLMAK, YERİ SAVUNMAK…


RAHMİ ÖĞDÜL

9 Eylül 2010

Şehirlerarası bir otobüsün içindeyim. Asfalt üzerinde hızla akan, zamanı ve coğrafyayı yırtarak yol alan, geceyi ve gündüzü birbirine katan kapsülün içinde, yıldızlar arası yolculuğa çıkmış uzay yolcularını andırıyoruz; yeryüzünden farklı bir atmosferin içindeyiz. Ara sıra önümüzdeki koltuklara iliştirilmiş ekranlarda akan görüntülerden başımızı kaldırıp, otobüsün penceresinden akan peyzaj parçalarına bakıyoruz. Hangisinin gerçek olduğunu ayırt edemeyecek kadar görüntüler dünyasına gömülmüş vaziyetteyiz. Yer ile ilişkimiz ancak mola yerlerinde, o da görmemize izin verildiği ölçüde kurulabiliyor ancak; görüntülerden serseme çevrilmiş halde bastığımız yerin neresi olduğunu bile fark edemeden yine yerden kopuk ortamlarda ihtiyaçlarımızı gideriyor, sonra yeniden kapsüllerimizin içine binip uzay yolculuğumuza devam ediyoruz. Yeryüzünde yaşar gibi yapan uzay yolculularıyız aslında.

FANUS-KENTLERDE YAŞAMAK
Gündelik hayatımız da bundan pek farklı değil; işyeri, alışveriş merkezi gibi yapay olarak iklimlendirilmiş, coğrafyadan, yerden kopuk yıldızlar arasında, otomobil denilen kapsüllerin içinde uzay yolculuğumuzu sürdürüyoruz. Yeryüzü sanki büyük bir felaketin ardından yaşanmaz hale gelmiş de, iklimlendirilmiş fanus-kentler içinde yaşamak ve kapsüller içinde seyahat etmek zorunda kalmışız hissine kapılıyor insan.

Kentler, böylesi bir felaket yaşanmış gibi örgütleniyor gerçekten de.
Yeryüzünün ‘yer’inin üzerine çizen ve her yeri sadece fanus içindeki homojen ‘yüzey’lere çeviren felaketimsi bir anlayış hüküm sürüyor şimdilerde: yerin kıvrımlı, heterojen yapısından kurtarılmış kapalı siteler ve etraflarını saran yoğun otoyol ağlarında hızla hareket eden kapsüller. Yer kokulacak, sakınılması ve yok edilmesi gereken bir şeye dönüşüyor. İnsanlar artık otomobillerinden ya da sitelerinden burunlarını dışarı çıkarmaya korkar hale geldi. Bir zamanlar yerle ilişkisini sürdüren kentler, kentsel dönüşümlerle hızla fanuslaşırken, bu yerin sakinleri olan insanlar da kentin dışında, otoyollar ağıyla çevrilmiş sitelerde yaşamaya mecbur uzay yolcularına dönüştürülüyorlar.

Yerin bağrından cebren koparılıyoruz adeta. Nietzsche’nin “Yeryüzüne sadık kalın” deyişi geliyor aklıma. Bir içkinlik düzlemi olarak içinde hareket ettiğimiz yerin kıvrımlı yapısı, bağrında sakladığı gizil güçlerini kıvrımlar halinde bedenlerimize ve ruhlarımıza yayıyor; gerek yerdeki gerekse bedenlerimizdeki bu kıvrımlardan kopmamamızı öğütlüyor sanki Nietzsche. Yer sayesinde, içindeki farklı akıntılar ve dalgalarla bir madde havuzunu andıran evrenle ilişkimizi sürdürüyor, tarihsel ve ilişkisel varlıklar haline geliyoruz. Şimdilerde saldırı altında olan yerleri savunmak, o yüzden tüm gizil güçleriyle insanı da savunmak anlamına geliyor.

GENİUS LOCİ: YERİN RUHU
Ayrıldığım kasabada yer ile ilgili söylenceler işittim; daha doğrusu, muskacılarla definecilerin yere karşı giriştikleri savaşta, nasıl işbirliği yaptıklarını anlatıyordu tüm bunlar. Bir defineci yeraltında bir gömü bulduğunda, o gömüyü koruduğuna inanılan cini görürmüş düşlerinde ilk önce; kedi, keçi, yılan gibi bir hayvan formunda beliren bu cin uykularını kaçırırmış. Gömüyü koruduğuna inanılan bu varlığı uzaklaştırmadan gömüye ulaşması mümkün değilmiş definecinin. İşte bu yüzden de muskacıdan yardım istiyor. Ancak muskacı cini o yerden uzaklaştırdıktan sonra, defineci toprağı kazıp gömüye ulaşabiliyor. Bunlar söylence, ama kökleri antik Roma’ya dek geri giden bir söylence. Romalılar da ‘genius loci’ dedikleri her yerin bir koruyucu cini, ruhu olduğuna inanıyorlardı. Dinsel ikonalarda ‘genius loci’, yılanla birlikte tasvir ediliyor çoğu kez.

Daha sonra ‘genius loci’ modern zamanlarda anlam değiştirerek, bir yerin kendine özgü atmosferi, o yerin ruhu anlamına gelmeye başladı. ‘Genius Loci’ başlığını taşıyan kitabında Norberg-Schultz, mekân ile yerin organik bağından ve bu ikisinin etkileşiminden ortaya çıkan yerin ruhundan söz ediyordu. Yerin tekilliği üzerinde tasarlanan mekânlar, farklı coğrafyalarda farklı tarzlarda ortaya çıkıyorlar. Yerel kuvvetleriyle yer, üzerinde kurulacak mekânları, dolayısıyla insanları da etkiliyor.

Oysa günümüzde kıvrımlı yapılarıyla yerlere ve insanlara, defedilmesi gereken ayak bağları olarak bakılıyor artık. Yeryüzü ‘yer’inden, dolayısıyla ‘genius loci’sinden arındırılmış, fanus içindeki yüzeylere çevrilirken, tüm kıvrımlı yapısıyla yerleri savunmak, iktidarların uykularını kaçıran ‘genius loci’ler olmak bizlere düşüyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder