6 Eylül 2010 Pazartesi

DÜNYA YALAN, AMA NESNELER GERÇEK


RAHMİ ÖĞDÜL

2 Eylül 2010

Ölmüş bir denizcinin ruhuna rastladım kumların arasında; kalsiyum karbonattan bir ruha. Bu nesne aslında sübye de denilen mürekkep balıklarının iç iskeleti. Batıda bir zamanlar halk kumların arasında rastladıkları bu nesnelerin, ölmüş denizcilerin sahile vuran ruhları olduğuna inanırmış. Bembeyaz rengi ve hayaleti andıran biçimiyle insanda böyle bir izlenim yaratıyor gerçekten de.

Bu iskeletleri kuş meraklıları, kuşlar gagalarını temizlesin diye kafeslerin kenarına asıyor; olta balıkçıları ise paslanan iğnelerini yine bunlara sürterek temizliyorlar. Ölmüş denizcilerin ruhları süfli amaçlarla kullanılıyor çoktan beri. Modern zamanlarda kutsal olan her şey süflileşiyor.

Bir vakitler ruhun ölümsüzlüğünü simgeleyen sübye iskeleti gibi, pek çok nesneye olduklarından, göründüklerinden farklı anlamlar yüklüyor, dünya görüşümüzün, hayat tarzımızın simgeleri haline dönüştürüyoruz. Hayata ve ölüme dair görüşlerimizi nesneler üzerinden kuruyoruz.

ÖLÜM KORKUNÇTU
Ortaçağların sonlarına doğru, birkaç yüzyıl boyunca Avrupalı ressamlar bedenin ölümlü, ruhun ise ölümsüz olduğunu gösteren çok sayıda imge üretmişlerdi. Özellikle bedenin çürümesi ve sonunda iskelete dönüşmesi sürecini ayrıntılı şekilde ele alıyordu bu resimler. Ölüm korkunçtu. Bu tasvirlerde kurtçukların kemirdiği çürüyen cesetler, ölümün korkunçluğunu ve iğrençliğini gözümüze sokuyorlardı.

On yedinci yüzyılda birden bire ölümün bu korkunç görünümü ortadan kalktı. Soyutlanıp,
estetik hale getirildi; irrasyonelliğinden arındırılıp rasyonelleştirildi. Tasvirlerde artık çürüyen, kurtçukların kaynaştığı cesetlere rastlanmaz olmuştu. Hayatın kısalığı, bedenin geçiciliği, doğrudan ölümü çağrıştırmayan simgesel bir düzeye taşındı; böyle olunca da keyifle seyredilecek görsel bir nesneler şölenine dönüşüverdi tablolar. Ölümün temsili, ölümün gerçekliğini inkâr etmenin bir yolu haline gelmişti.

VANİTAS: HAYATA VE ÖLÜME DAİR
17. yüzyılda ortaya çıkan ‘vanitas’ denilen bir natürmort türü, dünyanın faniliğini, ruhun ölümsüzlüğünü nesneler üzerinden simgesel bir düzeyde kurarak, ölüm ve hayata dair anlayışımızda büyük bir değişim yaratmıştı. Bu değişimin izlerini günümüzde de görüyoruz. Nesnelerin bolluğu arasında ölüm de simgesel düzeyde bir nesneye indirgendi ve adeta görünmezleşti. Hayatın geçiciliğini vurgulayan ‘vanitas’ vaizlerini dinleyerek dünyevi nesnelere bağlı hazların daha çok keyfini çıkarır olduk.

Bu yeni natürmort türünün adı kutsal kitaptan alınan bir deyime dayanıyor: vanitas, yani boşların boşu; dünyanın yalan, ölümün ise gerçek olduğunu vurgulayan bir deyim. Bu natürmortlarda tasvir edilen nesnelerin amacı, izleyenleri hayatın kısalığı ve kırılganlığı üzerinde derin düşüncelere daldırmak. Kafatasları, saatler, mumlar, sabun köpükleri, çiçekler, çürümeye yüz tutmuş olgun meyveler, hepsi hayatın geçiciliğini ve ölümü simgeliyordu. Deniz kabukları, mücevherler, altın sikkeler, cüzdanlar, senetler, bilimsel araçlar, müzik aletleri, kitaplar gibi metalar dünyevi hayatın beyhudeliğini temsil ediyor. Bu fani şeyler arasında ruhun ölümsüzlüğünün göstergeleri de var elbet; örneğin ekildikten (ölümden) sonra yeşerecek yeni hayatın tohumlarını taşıyan buğday başakları. Tüm bu nesneleri seyrederek ruhun kurtuluşunun gerçekleşeceği umuluyordu.

NESNE KATOLAGLARINDAN TÜKETİM KATEDRALLERİNE
Vanitas’larda temsil edilen her nesne, kendi dışında başka bir şeye gönderme yapıyor, izleyiciden apaçık görülen şeylerin ötesini görmesi isteniyordu. Gelgelim bakmanın hazzına kapılan izleyici, görünen nesnelerin ötesindeki dünyevi hayat eleştirisini birden başka yöne saptırıyor, görünür nesnelerin fetişizme varan çekiciliklerine kaptırıyordu kendisini. Günümüzde nesnelerle kurduğumuz ilişkinin, tüketim katedrallerinin habercisiydi bu resimler.

Her şey, doğrudan ölüme gönderme yapan kafatasları bile, yeni gelişen kapitalizmin sahip olunacak, incelenecek, kataloglanacak nesnelerine dönüşüyordu. Her türlü nesnenin satıldığı büyük mağazaların kataloglarını andırıyor vanitas’lar. İçerdikleri “memento mori (ölümü hatırlayın)” mesajı, Protestan ahlakının “Çalışın, sizin de olur” düsturuna çevriliveriyor hemen.

Ne demişti Marx, “kutsal olan her şey süflileşiyor” Süflileşen ruhun kendi kurtuluşunu nesneler arasında aramasına, mağaza kataloglarını andıran 17. yüzyıl vanitas’larında rastlıyoruz. Bizler de vanitas’ların fetişleştirdiği nesneleri satışa sunan tüketim katedrallerinde, kendi ruhumuzun kurtuluşunu arıyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder