27 Ağustos 2010 Cuma

TRAMPETİN ÇAĞRISI


RAHMİ ÖĞDÜL

26 Ağustos 2010

Semtimizin ana caddesine takılıyor çoğunlukla. Elinde eski bir otomobilden çıkma direksiyon ile caddede araba sürer gibi yaparken görüyorum bazen; yaşı otuz beşin üstünde olmalı; zayıf olduğu için yaşından daha genç bile gösteriyor. Geçen gün cadde üzerinde yine ona rastladım; bu kez nereden bulduysa izci kıyafeti vardı sırtında; boynuna astığı trampetini bozuk bir ritimle çalarak caddenin kenarında yürüyordu. Cadde esnafı ve yoldan geçenlerin bir kısmı bu tek kişilik başıbozuk-geçidi gülümseyerek izliyor, çoğunluk ise aldırmadan yoluna devam ediyordu. Birden karşı kaldırımda bu olaya hiç de kayıtsız kalmayan, hatta çok fazla ciddiye alan birini gördüm. Bir askeri tören ciddiyetiyle hazır ola geçip sağ eliyle asker selamı veren bu kişi semtimizin bir başka delisiydi. Delilerimizden biri tek kişilik bir gayri resmi geçit düzenlerken, bir diğeri ise bunu ciddiye alan tek kişi olarak gereken saygıyı gösteriyordu. Bu seyirlik olayı, hayatlarında kesinti, kırılma yaratmadan izleyen kaldırımdaki akıllılara bakınca, ‘deliyi ancak bir deli anlıyor, o da yanlış anlıyor’ diye geçirdim içimden.

BİZİMKİSİ SEYİRLİK HAYATLAR
Biz ‘akıllılar’ bu gösterinin aktörleri değildik, sadece izliyorduk. O kadar alıştık ki seyirci olmaya, televizyon seyretmediğimiz zamanlarda gündelik hayat içinde gözlerimiz hep bir seyirlik arıyor. Gündelik hayatın gerektirdiği, rutine bağlanmış tekrarlar içinde debelenip dururken, anlık bir değişiklik yaratacak, bir an bizi gündelik rutinden uzaklaştırıp oyalayacak bir gösterinin çıkmasını bekliyoruz; ama bu gösterinin katılımcıları değil de seyircileri olmayı yeğliyoruz; üstelik bu gösterinin gündelik rutinin bir parçası olduğunu da unutuyoruz.

Milyonlarca minik gözden oluşmuş dev petek gözümüzle pusuya yatmış bir izlerkitle olarak, olan bitenleri izlemekle yetiniyoruz sadece. Temsilcilerimizin sahneye koydukları temsilleri izliyoruz. Gezegenin çöküşünü, adaletsizlerin, eşitsizliklerin acımasız sonuçlarını, sergi salonlarındaki işleri, cinayetleri, eziyetleri, zulmü, anayasanın hazırlanışını, kentlerimizin biçimlenişini ve daha bir sürü hayatımızı doğrudan ilgilendiren şeyi, TV şovu izlemenin rahatlığıyla, yanımızdan eksik etmediğimiz koltuklarımıza gömülmüş, seyredebiliyoruz.

HAZIRA KONDUKÇA HAZIRIZ
Hep birileri bizim adımıza bir şeyler hazırlıyor; anayasayı hazırlıyor, kahvaltımızı hazırlıyor, yaşadığımız ortamları hazırlıyor, yatağımızı hazırlıyor; biz sadece ve sadece bu hazırlanışları izliyor ve hazıra konmanın hazzını yaşıyoruz, hazıra kondukça daha fazla hazıra konma isteği kabarıyor içimizde ve daha fazla uyuşuyoruz. Birilerinin adımıza aldıkları kararları, hazırladıkları şeyleri seyirci refleksiyle alkışlamak, yuhalamak ya da boykot etmek geliyor elimizden ancak.

Bu tekdüze ritmi, seyirci refleksini bozacak, gösteriyi dağıtacak, seyreden ile seyredilen ikiliğini sonsuza dek iptal edecek daha fazla trampetli deliye ihtiyacımız var diye düşündüm; Günter Grass’ın aynı adlı romanından uyarlanmış Teneke Trampet filminde yetişkin olmayı istemeyen, büyümesini altı yaşında durdurmuş Oscar, bozuk bir ritimle çaldığı teneke trampetiyle, Nazilerin düzenlediği tekdüze, uygun adım, askeri resmi geçit törenini darmadağın edebiliyordu. Seyredilecek gösteri kalmıyordu sonunda. Mahallemizin delisi de hayatın sıradan, rasyonel akışında bir çatlak yaratabilir, biz ‘akıllı’ insanların ‘akıllı, sağduyulu’ işlerinden başlarını kaldırıp kısa süreli oyalandıktan sonra yine egemen rasyonalitenin içine gömülmelerini sağlayan tekdüze ritmi toptan bozabilirdi.

TENEKE TRAMPET ÇALMA ZAMANIDIR
Teneke trampetlerimizi sakladığımız yerden çıkarıp kendimizce, 'delice' çalma zamanı geldi galiba. Tepede alınıp biz aşağıdakilere dayatılan kararları, temsilcilerimizin sahneye koydukları temsilleri, gösteri toplumunun piramidini alaşağı edecek başıbozuk, gayri resmi geçit törenleri düzenlemenin zamanı; sadece izlemekle yetinmek yerine aktif katılımcılar olarak kendi gösterilerimizi kurmanın vakti geldi. Yerel yönetimlere özerklik tartışmalarının yapıldığı bugünlerde özerklik konusunun sadece belirli bir bölgeyle sınırlı kalamayacağını, mahallelerden başlayarak tüm yerel yönetimlerde özerkliğin, doğrudan demokrasinin olabileceğini tahayyül edebilmek için, egemen rasyonalitenin tekdüze ritimlerini darmadağın edecek şekilde çalalım trampetlerimizi.

2 yorum:

  1. bu yazınızdaki görsel kime ait hocam merak ettim.
    seda

    YanıtlaSil
  2. merhaba Seda, tamamen tesadüf eseri nette dolaşırken buldum bu çizimi, kime ait olduğunu bilmiyorum.

    YanıtlaSil