19 Ağustos 2010 Perşembe

BİTKİLERİN SUÇU



RAHMİ ÖĞDÜL

19 Ağustos 2010

Mersin’in Limonlu beldesinde kaldığım evin bahçesindeki kauçuk ağaçlarını seyrediyorum. Salonlarımızın bir köşesinde saksı içinde görmeye alıştığımız bu bitkileri, kendi ortamlarında iki metreyi aşan boylarıyla ağaç olarak ilk kez gördüğümde şaşırtmıştım. Okaliptüs ağaçlarıyla yan yana duran bu bitkiler, toprağın altında yatay gelişen rizomlu bitkilere karşıt olarak dikey gelişen hiyerarşik yapıları anlatmak için Deleuze’ün kavramsallaştırdığı ağacımsı yapılara gönderme yapmaları dışında, ilk bakışta her hangi bir politik izlenim yaratmamışlardı bende. Oysa 1920’lerin avangard ve konstrüktivist akımları kauçuklara farklı bir gözle bakıyordu. Bitkiler doğal ortamlarından evlere, kültür ortamlarına taşındıklarında ister istemez bu kültür ortamına sinen siyasal içerimleri de bünyelerinde taşımaya başlıyorlar. Orta ve alt orta sınıf ailelerin misafir odalarında bir zamanlar baş köşeyi tutan bu bitkilerin 1920’lerde Sovyet avangardları tarafından küçük burjuva yozluğunun simgeleri olarak aşağılandıklarını okudum (Susan Buck-Morss, Rüya Alemi ve Felaket, Metis Yayınları). Hatta 1930’larda avangard estetiği reddeden ve çiçeklerle tül perdeyi hoş görebilecek olan toplumsal gerçekçiler arasında bile kauçuk bitkileri bu olumsuz içerimleri taşımayı sürdürmüşler. Kauçuğa hayali burjuva seralarının hayatta kalan son hastalıklı mamulü, ya da orta sınıf evlerinin pencere kenarında görülen sardunyanın zayıf bir akrabası gözüyle bakılıyormuş; çünkü hem kauçuklar hem de sardunyalar ev içlerinde hiçbir kullanım değeri üretmiyordu.

MODERNİST ESTETİĞİN SÜS DÜŞMANLIĞI
Süs bitkilerinin avangardlar arasında değerden düşürülmesinden çok önce, süs ile suç arasında bağıntı kuran İtalyan kriminolog Cesare Lombroso da bitkileri suçlu ilan etmişti. Daha önceki yazılarımda süsten, bezemeden arınmış modernist estetiğin köklerinin, Lombroso’nun süs düşmanlığına dayandığını belirtmiştim. 19. Yüzyılda zarif dekoratif süslemelerin, kıvrımlı büklümlü bitkisel desenlerin sıkça kullanıldığı art nouveau’ya bir tepki olarak, modern mimarlığın kurucuları Lombroso’nun süs ile suçu ilişkilendirdiği düşüncelerine sarıldılar. Süsü ilkelliğin, evrimsel bakımda geri kalmışlığın yanı sıra suçlulukla da ilişkilendiren Lombroso, doğaya baktığında tropik bitkiler arasında bile süs ile suç bağlantısını görüyordu. Albenili renkleri, kıvrımlı büklümlü, sarılmaya hazır filizleriyle tropik bitkiler, süslü gövdelerinde zehir formunda suç muhteva ediyorlardı. Lombroso’nun her türlü süsten nefret etmesi, modern mimar Adolf Loos’a sirayet etmiş, Loos’un deyişiyle “Kültürün evrimi, kullanım nesnelerinin süsten arınmasıyla eş anlamlı” hale gelmişti. Aynı düşünce Loos üzerinden Bauhaus Okulu’nun kurucusu Walter Gropius’a, Mies van der Rohe’ye ve Le Corbusier’e geçecekti. Modern estetik bir anlamda çiçekli, kıvrımlı bitki desenlerinden, dekoratif süslemelerden bir kopuş demekti.

YENİ BİR DÜNYA İNŞASI
1920’lerde Sovyetlerde Konstrüktivizm, Almanya’da ise Bauhaus Okulu bünyesinde üretilen yapıtlar, farklı koşullarda üretilmiş olsalar da üretim süreçleri, malzemeleri ve geometrik biçimleri açısından benzerlikler taşıyor. Her iki akım da yeni bir dünyanın inşası için yeni bir sanat dili kurmayı amaçlamışlardı ve sanatı alışılmışın dışında toplumsal bir olgu olarak düşünmeye başladılar. Biçimi belirleyen işlevdi. Bu dönemde üretilen işlevsel nesneler temel biçimsel unsurlara indirgenmiş, her türlü bezemeden arındırılmış geometrik bir sadelik taşımaya başlamıştı.

‘SOKAKLAR FIRÇAMIZ, MEYDANLAR PALETİMİZ’
1920’lerde Lenin’in kısaca fütüristler adını taktığı konstrüktivistler, süprematistler ve diğer avangard gruplar tamamen üretim sanatına dönmüşler, daha önce yaptıkları biçimsel ve teknik yenilikleri kitlelerin üretip kullanacağı gündelik eşya ve mimari mekânların tasarımına uygulamaya başlamışlardı. Yapıtlarıyla, yeni bir toplumun kurulmasında proletaryaya hizmet ve öncülük edecekler, proleterler için yeni evler, yeni sokaklar, yeni gündelik eşyalar yaratacaklardı. Mayakovski, “sokakları fırça, meydanları palet” haline getirmekten söz ediyordu.

Avangard sanatçılar, kumaş tasarımı, çocuk kitapları, dergi kapakları, reklamlar, tiyatro dekorları, porselen takımları gibi ticari, işlevsel formlara yöneldiler. Küçük burjuva duyarlılığının simgesi olan çiçek desenlerinin yerini geometrik desenler alıyordu. El Lizitski, Maleviç’in süprematist karesini çocuk kitabı kahramanı haline getirmiş, Liubov Popova bu geometrik anlayışa uygun giysi tasarımları gerçekleştirmişti.

FABRİKASAL BİR YAŞAM
Kapitalist yaşamın simgesi haline gelen ev ve ev yaşamına da saldırdılar avangardlar. Kapitalizmin temeli özel mülkiyet ve dolayısıyla ev olduğu için ev-karşıtı, ev yaşantısı-karşıtı bir tutum takındılar. Mayakovski özel fetiş nesneleriyle, ıvır zıvırla dolu olan küçük burjuva ev ortamı aleyhine öfkeli şiirler yazıyordu: “odanızı temizleyin! Süs eşyalarını yargı önüne çıkarın!” Özel alanın yıkımını, her şeyin kamusal, daha doğrusu fabrikasal olduğu bir yaşamı istiyorlardı. Evlerin salonlarında yetişen tropik süs bitkileri de küçük burjuva yaşamı temsil eden simgelerdi. Bunlardan da kurtulmak gerekti.

Uzmanlar Mayakovski’nin 1930’da intihar etmesini, gündelik hayatın devrim öncesi duruma geri dönmesinden duyduğu kaygıya bağlıyorlar. 1920’lerdeki devrimci kültürel program ev yaşantısını yasaklamıştı; ne var ki 1930’lara gelindiğinde toplumsal beğeniler, orta sınıf üslup ve değerlerine dönüş eğilimi sergiliyordu. Kumaşların üzerindeki geometrik desenlerin yerini yeniden çiçek desenleri almaya başlamıştı. Bahçedeki kauçuk ağaçlarına bakarken, acaba diyorum, Mayakovski kauçuklar ev içlerine geri dönünce mi intihar etti?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder