20 Şubat 2010 Cumartesi

HER ŞEYİ DUYAN PANOPTİKON


RAHMİ ÖĞDÜL

18 Şubat 2010

Her şey gün gibi ortada; saklanacak, gizli işler çevrilecek bir köşe kalmadı dünyada. Düzleştirilmiş bir yeryüzünde, Heidegger’in tabiriyle “her şeyin ne uzak ne de yakın olduğu bir aynılığa gömüldüğü” bir gerçekliği deneyimliyoruz. Teknolojik gelişimlerin yol açtığı zaman-mekan sıkışmasıyla, mesafeler ortadan kalkarken aynılaşma, ivme kazanarak yeryüzünü tatsız tuzsuz bir hale getiriyor, yavanlaştırıyor.

Walter Benjamin, ‘Mekanik Yeniden Üretim Çağında Sanat Eseri’ makalesinde seri halde üretilen sanatın aurasının, biricikliğinin, mesafesinin yok olduğunu, bu yok oluşun sanatı köklerinden özgürleştirerek nesneyi kitlelere yakınlaştırdığını iddia ediyordu. Benjamin’e göre mesafenin azalması, kültürün daha ortak bir hale gelmesini sağladığından özgürleştirici bir potansiyele sahipti; tabii bu özgürleşmenin ne kadar gerçekleştiğini de günümüzde sorgulamak gerek.

Aynı zaman da Benjamin’e göre auranın yok olması, mesafenin kaybedilmesi, nesneyi ve imgeyi etkilediği kadar bedeni de etkilemektedir. Bu ikisi birbirinden ayrılamaz. Burada ressam ve büyücü hekim ile kameraman ve cerrah arasında bir benzetme yapıyor Benjamin. Ressam ve büyücü hekim, resmedilen nesne ile iyileştirilen beden arasındaki doğal mesafeyi korurken, kameraman ve cerrah dokunun içine girer. Bu yeni görsel teknoloji cerrahidir. Artık tüm mekânları ve bedenleri gözetim altında tutan kameralar ve delik deşik eden cerrahi operasyonlarla hayatın ipliği pazara çıkarılıyor ve yeryüzünde girilmedik tek bir delik bırakılmıyor.

‘SOFRA TANZiMi VE ADABI’
Ellerimiz masanın altında ya da üstünde olsa da bir şey değişmiyor. Masanın altı da üstü de aynı ölçüde görünür hale geldi artık. “Sofra adabı bakımından ellerimizi masanın üstünde tutmak mecburiyetinde olduğumuzu unutmamak lazım gelir.”diye hatırlatıyordu bize ‘Sofra Tanzimi ve Adabı’ kitabı yazarı Ekrem Muhittin Yeğen (1963); zira masadakiler, yanımızda oturanlarla masanın altından bir haltlar karıştırdığımızı, nahoş hareketler yaptığımızı düşünebilirler.

Masanın altında gizli işler çeviren eller bir zamanlar birilerini rahatsız ederken, şimdilerde kendi masa altı, ‘mahrem’ hayatımızı yaşamamıza izin veriliyor. Mahremiyetin çöktüğü bir çağda mahrem olmak mümkün mü? Banka ATM’lerinde yaptığımız işlemler, internetteki gezintilerimiz, kent içinde ‘akbil’ kullanarak yaptığımız yolculuklarımız, telefon konuşmalarımız, yani uygar dünyadaki tüm hareketlerimiz, konuşmalarımız iktidarın her yeri gören, her şeyi duyan panoptikon gözü, kulağı sayesinde tespit edilebiliyor. iktidardan habersiz haltlar karıştırmak ne mümkün! Ellerinizi istediğiniz yerde tutabilirsiniz. Görsel cerrahi teknoloji ellerinizin her hareketini görebiliyor.

DELPHOI BIÇAĞINA DÖNÜŞMEK
Francis Ford Coppola’nın meşhur ‘Kıyamet’ filminin açılış sahnesi, küresel bir güce karşı direnişin, dolayısıyla farkın yeri olma olasılığı taşıyan kıvrımlı bir yerin, yani ormanın napalm bombalarıyla yakılıp yerle bir edildiğini gösteriyordu. Kentlerde kentsel dönüşüm altında gerçekleştirilen cerrahi operasyonlar, her ne kadar napalm bombası kullanmasalar da sonuçta aynı düzleştirici, kıvrımları ve farkı yok edici etkiler taşıyorlar.

Gizlenecek kıvrımlı, plili yerlerin bir bir açıldığı, düzleştirildiği, google-earth’leştirildiği bir yeryüzü tüm çıplaklığıyla iktidarın gözleri önüne seriliyor. Thomas Henry Huxley’in doğal gerçekliği tasvir ederken kullandığı metaforu ödünç alırsak, “satranç tahtası bir dünyadır, taşları ise evrenin fenomenleri.”
Bir satranç tahtasına dönüşmüş bir dünyada, her piyonun yapacağı hareketin önceden bilindiği, tüm kombinasyonların hesaplanabilir olduğu bir dünyada yaşıyoruz.

Hareketinin ve işlevinin hiç de önceden hesaplanabilir olmadığı bir Delphoi bıçağına dönüşmek gerekiyor galiba. Her nesnenin, bedenin belirli işlevlerle tanımlanıp kimlik kazandırıldığı, bu suretle gözetlenip denetlendiği bir dünyada, taşıdığı ve henüz gerçekleşmiş gizil güçleriyle, ancak bir Delphoi bıçağı kaçabilir iktidarın kavrayışından.

Aristoteles ‘Politika’ kitabında, tek bir doğayla, işlevle, kimlikle tanımlanamayan Delphoi bıçağından serzenişle söz eder. Ele avuca sığmayan, iktidarın kavrayışından kaçan, nerede ve ne zaman hangi işleve bürüneceği kestirilemeyen, taşıdığı gizil güçleri durmadan açığa çıkaran bir oluş hali.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder