15 Ekim 2009 Perşembe

SEMBOLİK KUTULAR, ALEGORİK HAYATLAR


RAHMİ ÖĞDÜL

15.Ekim.2009

İ.Ö. 2. yüzyılda kinik Krates karısıyla birlikte cam bir evin içinde yaşamış. Tüm özel hayatı gözler önüne seren, özel hayat ile kamusal hayat ayrımını ortadan kaldıran böyle bir evde yaşamak, Krates ve karısı için doğaya uygun olarak yaşamanın, erdemli yaşamın bir örneğini teşkil ediyordu. Doğaya dönmek, doğal olanı (physei) yaşamak, toplumun koyduğu her türlü yapay toplumsal ve ahlaki kurallara ve normlara (thesei) karşı çıkmak ana düşüncesini oluşturuyor ve erdemli bir hayatın doğaya göre yaşamak olduğunu savunuyordu. Kinikler, törelere, görgü kuralına saygı göstermez, bütün uygarlık (kent) değerlerine saldırıp bunları sonuna dek eleştirir ve düşündükleri gibi de yaşarlardı.

M.Ö. dördüncü yüzyılda yaşayan bir başka kinik olan Sinoplu Diogenes’in, Atina pazaryerinin ortasında mastürbasyon yapma alışkanlığı vardı. Atinalıların Diogenes’in hayat tarzına itiraz ettiklerini biliniyor; onu bir baş belası olarak görüyorlardı. Kendisine karşı bu hoşnutsuzluğa Diogenes’in verdiği yanıt şu: “keşke insanın açlığını da göbeğini ovarak bu kadar kolay giderebilmesi mümkün olsaydı.” Açlık arzusunun giderilmesi ile cinsel arzunun giderilmesi arasında yapılan ahlaki ayrımı yapay bir ayrım olarak görüyordu Diogenes. Hayatı özel ve kamusal olarak mekânlara ayırmanın doğal olmadığını çok çarpıcı bir şekilde vurguluyordu.

İki bin yıl sonra, İ.Ö. 1929 tarihli “Gerçeküstücülük” makalesinde Walter Benjamin de cam evde yaşamanın erdemlerinden söz ediyor, böyle bir evde yaşamanın kusursuz bir devrimci erdem olduğunu söylüyor.

“Moskova’da neredeyse bütün odaları Tibetli rahiplerle dolu bir otelde kaldım; Budist tapınakların kongresi için oraya gelmişlerdi. Odalarının çoğunun kapısının aralık oluşu dikkatimi çekmişti. İlk başta rastlantı gibi görünen bu durumdan giderek tedirgin oldum. Sonunda bu odalarda, asla kapalı bir mekânda kalmamaya yemin etmiş tarikat üyelerinin bulunduğunu öğrendim. Bir cam evde yaşamak kusursuz bir devrimci eylemdir. Bu da bir sarhoşluk hali, çok ihtiyaç duyduğumuz ahlaki bir teşhirciliktir. Bir zamanlar aristokratlara özgü bir değer olan mahremiyet, giderek sonradan görme küçük burjuvaların derdi oldu.”

Benjamin demir ve cam kullanımıyla birlikte ortaya çıkan yeni mimari formunun gözenekli, geçirgen, saydam yapısını savunuyor ve dönemin sanat mimari üslubu art nouveau’nın mahremiyete, iç dünyaya dayalı, kapalı kutu-insan figürünü eleştiriyordu. Saydamlığa, geçirgenliğe yol açacak devrimci bir yaşam tarzının küçük burjuva sonradan görmeliği olan mahremiyeti ortadan kaldıracağını, yeni açık ve saydam bir yaşamın mekânını oluşturacağını ileri sürüyordu. Bunu yaparken de sembol ile alegori arasında ayrıma yaslanıyordu.

Kapalı kutu insan, sembolün iç ve dış arasındaki birliği savına dayanıyor. Benjamin ise dünyayı ele alma yöntemi olarak alegoriyi savunuyor. Alegori, sembol gibi bir birlik öncülüne dayanmaz. Aksine dünyayı parçalı olarak kabullenir. Avangardların alegoriye dayanarak dünyayı parçalı olarak ifade etmelerini yıkıcı bir faaliyet olarak görüyor Benjamin ve bu faaliyetin devrimin başarılı olması için gerekli olduğunu söylüyordu. Yıkıcılık, kişinin aşina olduğu ortamı bozar, konfora karşıdır: “yıkıcı özellik, kapalı kutu-insanın düşmanıdır.”

Semboller kendi anlamlarını bir birlik öncülüne, iç ve dış arasında varsayılan bir uyuma dayandırırken, alegori dışsal olarak işlev görür. Sembol anlamlılığını içsel birlikten alırken, alegori kendisini tereddütsüz dışsal olanla sınırlıyor.
Kendilerini semboller üzerinden örgütlemeye çalışan küçük hayatların oluşturduğu kapalı kutular toplumunda, alegorinin hep dışarı doğru itici, kapalı kutuları yıkıcı etkisine hala çok ihtiyaç var. Kapalı kutulardan oluşmuş hayatlara karşı duruşlarıyla birbirine bağlanan kinikleri, Benjamin’i ve avangardları saydam, geçirgen, gözenekli bir hayat bağlamında yeniden düşünmek gerekiyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder