6 Aralık 2019 Cuma

LÜKÜS CAMERA'DA KİMLER OTURUR?


RAHMİ ÖĞDÜL
06.12.2019

Kamaranızın lombozundan baktığınızda kenti görebilirdiniz ya da tam karşıdan, kentten bakıldığında geminin denize paralel uzanan lomboz ışıkları şeridi görülüyordu. Kent ile göz göze gelmekten ürktünüz. Kent, böcek gözü gibi milyonlarca gözüyle bakıyordu size. Bakışları o kadar yabaniydi ki sizi yerinizden edebilirdi. Işığı kapattığınızda kamaranın duvarına lombozdan vuran kentin gölgeleri yansıyordu. Kente doğrudan bakmak yerine yansılarını tercih ettiniz. Duvara yansıyan görüntüler astın üstüne boyun eğmesi gibi size boyun eğdikçe kenti imgeleştirdiniz. Kamaranıza buyur ettiğiniz imgelerle kenti, kentin insanını, canlısını, cansızını tanıdığınızı sandınız. Evcil imgelerden kuramlar, kent kuramları, sanat kuramları, kuramın kuramlarını icat ettiniz. Ama kent hâlâ orada duruyor ve size bakıyor. Bakışlarındaki yırtıcılık kâğıttan kaplanlarınızı yırtabilir, korkuyorsunuz. Siz de yırtılabilirsiniz, kâğıttan kaplan sizsiniz çünkü. Ama kâğıttaki yırtıktan yeniden doğabilirsiniz. Fakat bu sefer kentin bakışı gibi, yırtıcı bakışlarla. Ve sizi kamaralarınızda kıstıran iktidara bakabilirsiniz. O düşünsün artık, kendini bir kamaraya kapatmayı. Kent sizsiniz ve bakışlarınız kentin bakışıdır, yabani. Yitirdiğiniz sokaklar ve meydanlar sizindir. Ve her gün karnavaldır size.

Kamaranız ‘camera obscura’dır. Hani o çok eski zamanlardan beri bilinen optik alet. “Karanlık ve kapalı bir iç mekâna küçük bir delikten ışık girdiğinde, deliğin karşısında duran duvarda ters bir imge oluşacağı en azından iki bin yıldan beri bilinmektedir” (Crary, Gözlemcinin Teknikleri, Metis). Her ev bir camera obscura’dır. Duvarlarındaki ekran denilen yassı bir yüzeye yansıyan imgelerden tanıyorsunuz dünyayı. Ya da kitaplara, sanata gömülüyoruz. Ve kurmaca imgelerle bir kez daha dışarısı bizden uzaklaşıyor. Yeryüzü orada duruyor ve yırtıcı bakışlarına tahammül edemediğimiz için gözlerimizi kaçıyor ve bakışlarımızı evcil imgelere çeviriyoruz. Camera obscura’nın duvarına yansıyan imgelerden dünyalar kuruyoruz ama hepsi de kâğıttan kaplan. Kâğıttan kaplanlar, kâğıt gibi, yassı bir yüzeyde beliren iki boyutlu figürlerdir. Ancak kâğıt yırtıldığında geçebilirler üçünçü boyuta. Üçünçü boyuta geçmek de yetmiyor, bir de zaman denilen dördüncü boyut var. Ve zaman, ekranlarda, yassı yüzeylerde hakikat diye inandığınız kavramları bir kâğıt gibi buruşturup çöpe attı bile.

Sokağa çıktığınızda bu sefer camera obscura sizsiniz. Dış dünyanın imgelerini seçerek, işinize gelenleri alıyorsunuz içinize. Ve işinize gelmeyenler kamaranızın dışında kalıyor. Kadınlar, çocuklar öldürülüyor, görmüyorsunuz, kayıtsız. Simmel metropol insanının duyarsızlığını “blase” olarak tanımlamıştı. Aslında yok olan sizsiniz, bedensiz. Yabani bakışlar teninize dokunmuyor. Bakışlardan kaçmak için giderek daha fazla içinize kaçıyor, büzüldükçe büzülüyorsunuz. Bakanlar, yoksullardır, göçmenlerdir, ötekiler. Ve camera obscura’lar bir araya geldiklerinde durmadan onlardan şikayet ediyorlar birbirlerine. Nezih semtlerini kirletiyorlarmış. Çok titizsiniz. Temizlik meselesi masum değildir, faşistlerin gerçekleştirdiği soykırımlar toplumu kirli bedenlerden arındırma projeleridir. Henüz soy kıramıyorsunuz, ama kırılacak soylar için hazırsınız demek ki.

Şimdi kentten bakıldığında, artık geminin lomboz ışıkları şeridi deniz yüzeyine paralel uzanmıyor. Kendinizi son zamanlarda aynanın yassı yüzeyinde gördünüz mü hiç? “Korkunç açı” güzelliğinizi bozuyor. Gecenin karanlığında bir kurtarma filikasından Titanik’e bakıldığında da gemi çok güzel gözüküyordu, ama deniz yüzeyiyle lomboz ışıkları şeridinin oluşturduğu o “korkunç açı” bozuyordu güzelliğini. Öklidçi paralel çizgiler yasasının ihlali dışında geminin yara aldığını gösteren başka hiçbir şey yoktur (Stephen Kern, Zaman ve Uzam kültürü, İletişim). Kâğıt çoktan yırtıldı, batıyorsunuz. Yırtıktan ete kemiğe bürünmüş olarak yeniden doğabilirsiniz. Camera’nız su alıyor ve kaptan çoktan terk etti gemiyi. Zaman, kentin sokaklarından akan denizdir. Siz hâlâ kendinizi güvende sanıyorsunuz. Toplum çoktan ısındı, sular yükseliyor. “Görmüyor musun, her yanda hürriyet; yelken ol, kürek ol, balık ol, su ol; git gidebildiğin yere...” (Orhan Veli).

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder