Caravaggio, "Kuşkucu Thomas" |
Vik Muniz |
RAHMİ ÖĞDÜL
05.08.2016
“Bay Godot bu akşam gelmeyeceğini söylememi istedi size, ama yarın kesin gelecek” (S. Beckett). Beklemek yok mu, kahrediyor bizi. Ah, bir vazgeçebilsek beklemekten ve işimize gücümüze baksak! Ama olmuyor. Hesiodos, “İşler ve Günler” kitabında yapılacak işlerin listesini çıkarmış. Ne kadar da çok şey var yapılacak. Ama hep bekliyoruz, göklerden birilerinin inmesini ve bir dokunuşta şeyleri değiştirmesini. Bu zamana kadar yukarıdan gelenler, haritalandırdıkları bir düzlem üzerine, yine kendilerinin tasarladığı bir düzene göre yerleştirmişlerdir şeyleri ve burası aynı zamanda neyi yapıp neyi yapmayacağımızı söyleyen egemenin ve aşılmaması gereken sınırların alanıdır. Ama sınırları aşmazsak gücümüze nasıl bakabiliriz ki?
Dilsizleşmişlerin sanatı
Bedenlerimiz eski sınır aşımlarından kalan yara izleriyle dolu. Sızlıyorlar, sızlayan “Parabasis”dir, gücümüzü keşfettiğimiz sınırı aşma anı; bir bedenin kendi kudretini keşfedeceği ve hem işine hem de gücüne bakacağı an. Ama zordur, çünkü hep haddimizi bildiriyorlar ve hattatlarına çizdirdikleri süslü hatlarla çevreliyorlar bedenlerimizi. Hat çekme egemenin sanatıysa, Parabasis haddini aşan dilsizleşmişlerin sanatıdır. Dilsizleştirilenler, rollerinin dışına çıkıp kendi arzularını, özlemlerini dile getirdiklerinde Parabasis anı gerçekleşmiştir. Aristofanes’in komedilerinde koro üyeleri oyunun bir anında bir adım öne çıkar, hadlerini aşar, maskelerini çıkarır ve izleyicilere aktör olarak değil, yurttaş olarak seslenirler. Dramatik yanılsama bozulmuştur.
Dilsizleşmişlerin sanatı
Bedenlerimiz eski sınır aşımlarından kalan yara izleriyle dolu. Sızlıyorlar, sızlayan “Parabasis”dir, gücümüzü keşfettiğimiz sınırı aşma anı; bir bedenin kendi kudretini keşfedeceği ve hem işine hem de gücüne bakacağı an. Ama zordur, çünkü hep haddimizi bildiriyorlar ve hattatlarına çizdirdikleri süslü hatlarla çevreliyorlar bedenlerimizi. Hat çekme egemenin sanatıysa, Parabasis haddini aşan dilsizleşmişlerin sanatıdır. Dilsizleştirilenler, rollerinin dışına çıkıp kendi arzularını, özlemlerini dile getirdiklerinde Parabasis anı gerçekleşmiştir. Aristofanes’in komedilerinde koro üyeleri oyunun bir anında bir adım öne çıkar, hadlerini aşar, maskelerini çıkarır ve izleyicilere aktör olarak değil, yurttaş olarak seslenirler. Dramatik yanılsama bozulmuştur.
Her sınır aşma bir yaralanmadır. Ve George Bataille sanat için, “iyileşmeyen bir yaradan doğmuştur” dediğinde haklıdır. Sanatçı, yarası kapanmaya fırsat bulamadan sınırları aşmaya kalkışan ve yarası hep kanayandır. Çünkü sanatçı dile gelmeyeni her dile getirdiğinde, dil derin yaralar açar teninde. “Bıçak yarası geçer ama dil yarası geçmez”; dil yarası, içimizde için için yanan arzuların çıkış kapısıdır çünkü. Dramatik senaryonun repliklerini yinelerken, ten güvendedir; ama dile gelmeyen arzularımız dile geldiğinde tenimiz yara almıştır; arzu, hep sızlayan ve sızandır.
Birlikte deneyimlemek
Bir şey, dile gelmişse, mutlaka aklımıza da düşmüştür; arzular, mantık duvarını aşmış ve düşünceyi de yaralamışlardır. Akıllı uslu adamların işi değil, arzularını dile getirmek. Yapılacak ödevleri ve söylenecek replikleri vardır. Ödevler ve replikler, bedenin gücünü askıya almaya yarıyor sadece. Ve askıdaki bir bedenle, bir bedenin neler yapabileceğini asla bilemeyiz. O yüzden yaşamsaldır, çizgiyi aşmak ve etiğin alanına adım atmak. Ahlak hat çeker ve haddimizi bildirir, etik ise hattı aşmak ve Spinoza’nın tabiriyle, “bir bedenin nelere muktedir olacağını” keşfetmek içindir. İşin tuhafı, deneyimin kristalleşmiş hâli olan ahlak, bize deneyimsizliği öneriyor, etik ise deneyimi. Ve deneyim derken, kudretimizi birbirimizin üzerinde denemekten değil, birlikte deneyimlemek ve birlikte kudretlenmekten söz ediyorum.
Temas engelleniyor
Hep deneyimsizlik dayatılıyor bize. Yeryüzüyle, bedenlerle temas, aracı kurumlar ve aygıtlarla engelleniyor her seferinde. Hal Ashby’nin yönettiği 1979 tarihli “Being There” filmindeki bahçıvan karakteri gibi, bir bedene nasıl dokunacağını bilmiyor, yeryüzüne el sürmeden uzaktan kumanda aletiyle değiştiriyoruz imgeleri ya da şimdilerde olduğu gibi ekranların parlak yüzeyini parmaklayarak. Sınırları ihlal ettiğimizde bile düzenin ritüelleri sayesinde deneyimden koruyoruz kendimizi. Filmin başkarakteri bahçıvan, sokakta Öteki ile karşılaştığında, bahçeye özgü düzenin ritüellerini yineleyerek ilişkiden kaçınır. Sokak çetesinin bir elemanı bıçak çektiğinde o da televizyonun uzaktan kumanda aletini çeker. Biri yaralayan ve insanın bedenli olduğunu hatırlatan bir araçtır, diğeri ise bedensizleşmenin aracı. Oysa dokunmak, hattı aşıp deneyim alanına girmek ve bedenleşmektir. Sırf yaralanmayalım, canımız acımasın diye durmadan uzaktan kumanda aleti çekiyoruz yeryüzüne, birbirimize ve bekliyoruz. Ama yaşamak, bir beden sanatıdır, bekletmeye gelmez, acildir; iyileşmeyen yaralardan doğmuştur çünkü; birbirlerine dokunan, arzulayan ve hep kanayan yaralardan.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder