19 Ağustos 2016 Cuma

GECENİN KARANLIĞI, TÜYLERİM DİKEN DİKEN!

Van Gogh, Yıldızlı Gece

Caspar David Friedrich, Ay Işığında Kıyı
RAHMİ ÖĞDÜL
19.08.2016

Onca hengameden sonra değişen nedir diye sorsam? “Eski tas eski hamam” diyeceksiniz, biliyorum. İncil, olmuş olanın tekrarlanacağını müjdelemişti: “Olmuş olan yine olacak. Güneşin altında yeni bir şey yok.” Güneşin altında aynı olan hep geri dönüyorsa, Novalis’e kulak vermeli ve geceye yönelmeliyiz: “Gecenin içimizde açtığı/sonsuz gözler/çok daha uzağı görebiliyorlar” (Geceye Övgüler).

Güneşin ışığı yerine, gecenin örtüsüne sığınanlardanım, bizden saklananları görebilmek için. Karanlığın karasını ışığın beyazına yeğleyenlerden. Her şey gün gibi ortadayken ve üzerimize çullanırken zarif bir bir kaçış çizgisiyle geceye yönelmek, gizil güçlerin, virtüelin alanına girmek demektir. Tüm çiğliğiyle nesnelerin üzerine düşen gün ışığı, şeyleri görsel niteliklerine göre tikel ile tümel arasında kıstırıp yakalayan, sınıflandıran ve yöneten egemen aklın hizmetindedir. Gün, aktüelin, yani mevcut şeylerin, olup bitmişliğin alanı. Gecenin karanlığı, henüz ortaya çıkmamış ve çıkmasıyla birlikte mevcut şeyleri değiştirecek virtüel olanın, gizil güçlerin alanı. Gün ışığının nesneleri ve gerçekliği tüm çıplaklığıyla göstermesi katlanılamaz bir şey. Gecenin erotizmi ve gün ışığının pornografisi. Tüm nesnelerin pornografik bir gösteri olarak kendi hakikatlerini dayatmaları yok mu, dayanılacak gibi değil. Sanki kalıcı ve değişmez, bölünmez ve yok olmaz hakikatlermiş gibi üzerime çullanıyorlar, kudretsizleşiyorum.

Gece, kudretin alanı; ama geceyi ve karanlığı da yitirdik. Artık ne gecemiz ne de gölgemiz var. Jung’un kulakları çınlasın; “gölge”si olmayan, “persona”larız şimdi, tanımlı ve kimlikli ölü maskeler. Geceyi gündüze çeviren aydınlatma sistemi, Aydınlanma’dan devraldığı karanlığı yok etme görevini yerine getiriyor. Her yer ışığın hükmü altında. Karanlığı olmayan dijital imgelerimiz, deneyimsiz ve belleksiz. İmge, ‘karanlık oda’sını yitirince dijitalin yüzeyselliğine, deneyimsizliğine mahkûm olduk. Ürettiğimiz dijital imgeler içimize işlemiyor, çünkü içimizi, karanlık odamızı da yitirdik, parlak bir yüzeyiz artık. Ve parlak ve kaygan yüzeylerin birbiri üzerinden hızla kayıp gitmesi, bize deneyim yaşatmıyor; yaralanmıyoruz. Deneyimsiz ve belleksiz; kaygan bir “tabula rasa” (boş levha).

Deneyim bir serüvene atılmak, bir sürece katılmak ve sonunda yara almaktır. Bellek, yaralardan oluşur. Ve analog fotoğraf imgesi yara almış bir yüzeydir. Analog fotoğrafta imge, tıpkı kahramanın yolculuğu gibi, yeryüzünden yeraltına iner. ‘Karanlık oda’ imgenin cehennemidir ve yakıcı kimyasallarla dönüşüme uğrayıp yeryüzüne çıktığında, sadece imge değil, bu serüvene imgeyle birlikte atılan ve belleğinde yaralar açılan fotoğrafçı da dönüşmüştür. Fotoğrafçı birlikte serüvene atılacağı imgeyi arayıp bulandır ama kimin kimi seçtiği hep tartışmalıdır. Dijital teknolojide olduğu gibi rastgele fotoğraf çekmek yerine, analog fotoğrafçı, imgesini seçerken görme duyusunu özenle kullanandır; bakmayı ve görmeyi, yol arkadaşını seçmeyi bilen. Ve özenle seçtiği imge, birlikte karanlık serüvenlere atılacakları ve sonunda birlikte dönüşecekleri yoldaşıdır. Yolculuk, belleklerinde bir iz bırakmış, yaralanmışlardır.

Gece, deneyimin, temasın alanı. Parmenides’in, değişmez, dönüşmez, bölünmez ve yok olmaz olarak tanımladığı ve çemberin içine yerleştirip “Bir” adını verdiği ve hakikat olarak dayattığı varlık, “birey” deneyimsiz ve belleksizdir; hep güneşin altındadır çünkü, hiçbir şeyin değişmediği, hep aynı olanın geri döndüğü alanda. Deneyim ise doksalar, sanılar, yanılsamalar alanı olarak çemberin dışına, karanlığa ötelenmiştir; çokluğun, değişimin, farkın alanı. Geceleyin, görme duyusu ve görmenin şeyleri görsel niteliklerine göre sınıflandırması, önyargılar bir işe yaramaz. Sadece dokunarak, el yordamıyla, deneyerek ilerleyebilirsiniz ve çokluğa, farka dokundukça tüylerinizin diken diken olur. Teninizin hiç olmadığı kadar duyarlı hale geldiğini hisseder ve teninizde açılan yaralarla, “sonsuz gözler”le “çok daha uzağı görebilirsiniz”. Güneşin altında hep aynı olabilirsiniz, ama gecenin örtüsünde artık siz, siz değilsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder