RAHMİ ÖĞDÜL
06.05.2016
Kendimizi fiziksel güçten yoksun hissettiğimizde formsuzluktan dem vururuz. Bitkiniz gerçekten de; o kadar çok üzerimize çullandılar ki, onlar çullandıkça biz büzüldük ve bedenin anatomik sınırlarına dayandık. Bir bedenin gücü, eylemleriyle başka bedenlere eklenerek kuracağı ve kendini yaratacağı mekânla ilişkilidir ve mekânını üretebildiği ölçüde kudretlidir. Kendi mekânını üretemediğinde ve başka bedenlerle kurduğu bağlar koptuğunda, beden içine çöker ve depresif bir çağda bedenler, meydanlardan, sokaklardan geri çekilirken anatomilerinin içine kaçacaklar ve çok geçmeden ilişkisiz formlar dünyasında yerlerini alacaklardır. Tuhaftır, güçsüzlük anlamında kullandığımız formsuzluğu, tam da anatomik sınırlarımıza kapanıp form haline geldiğimizde hissediyoruz.
Bedenin gücü
Aslında sorun formla ilgilidir her zaman; ya da formsuzlukla. Formsuzluğu, güçsüzlük anlamında değil de bir biçime sahip olmama anlamında kullandığımızda işin rengi değişiyor. 13.yy’da yaşamış Halesli Aleksander, iktidarın forma bakışını tek cümleyle özetlemiş: “Şer aslında biçimsizdir.” Formsuzluk, kötüdür; formsuz olan kötülük kaynağıdır, çünkü iktidarın yakalama aygıtından kaçar. Bir forma sahip olmak, sınıflandırılmak, yönetilmek ve bir nesne gibi yerleştirilmektir. Ama bir beden formlu olduğunda güçsüzdür, iktidarca enselenmiştir ve artık ateş olsa cirmi kadar yer yakabilir ya da başka bir deyişle kendi cüssesi kadar yer kaplayabilir, yani anatomisi kadar. Bedenin gücünü hissettiği an, tam da cüssesinin, anatomisinin sınırlarını aştığı, taştığı andır ve sınır aşımıyla birlikte beden formunu yitirir. Performansın sınandığı sporlar, bitimsiz bir sınır aşımıdır. Rekor kırmak, sınırları ihlal etmektir. O halde, bedenin gücünü formda değil, formsuzluğunda aramalı. Bir bedenin gücü kendine dayatılan sınırı ihlal ettiğinde açığa çıkar ve bedeninde taşıdığı ve taşırdığı gücün belirli bir sınırı yoktur ve kudretine bağlı olarak sürekli dalgalanan bir sınır olacaktır bu.
Form ve formsuzluğu toplumsal beden açısından düşündüğümüzde, politikanın alanına giriyoruz. Bugün tüm gücü elinde toplayan iktidar, toplumu bir balmumu gibi biçimlendireceğini düşünüyorsa, toplumsal bedene form dayatabilmesi yüzündendir. Dolayısıyla formlu bir toplumsal bedeni, tasarladığı mekânlara bir mobilya gibi yerleştirebilecektir. Ama toplumsal bedenin gücü, bu kalıplara sığmaması ve anatomo-politik sınırlarını aşıp sokaklara ve meydanlara taşarak kendi mekânını yaratabilmesidir. Toplumsal bedene form vereceğini sanan iktidarın en büyük korkusu kalıbına sığmayan bir toplumsal bedendir; formunu parçaladığında soluğu Taksim’de alacaktır çünkü. Dolayısıyla toplumsal bedenin en güçlü olduğu an, taşarak kalıbını parçaladığı anlardır, yani formunu yitirdiği, formsuzluk anları.
Sanat ve sistem ilişkisi
Sanatın da işi formladır ve gücünü, bize formsuzluğu duyumsattığında kazanır. Mevcut şeyler düzeninin formlarını yeniden ürettiğinde sanat, sisteme eklemlenmiştir. Olanı değil, oluşmakta olanı, bedenlerin taşıdıkları ve sınırlarını ihlal ederek kendi mekânlarını yaratmalarını sağlayan kudreti, yaşamsal olanı duyumsatan sanat radikaldir. İngiliz ressam Francis Bacon’ın bedenleri böyle bedenlerdir. Mevcut şeyler düzenine o kadar alıştık ki alıştıkça tıpkı sıradan nesneler gibi toplumsal tahakkümün nesnelerine dönüştük. Ve formlar dünyasında sıradan bir form olma durumunu yadırgamıyoruz bile. Sanat, görünür olanı değil, görünmez olanı, formların çürümüşlüğünü ve formsuzluğun kudretini duyumsatarak, içine düşürüldüğümüz form hapishanesini bize yadırgatabilir ve yadırgamak, özgürlüğü solumaktır.
Rembrandt’ın ‘Doktor Tulp’un Anatomi Dersi’nde olduğu gibi, anatomik sınırlarına kapatılmış bir beden iktidarın kesip biçeceği teşrih (diseksiyon) nesnesidir, bir kadavradır. İktidar, formu ele geçirip bir teşhir ve teşrih nesnesine dönüştürürken, formsuzluğuyla ve ele geçmezliğiyle yaşam bir tehdit unsuru olarak hâlâ içimizde akıyor. Yaşamın direnişi ve isyanı, dayatılan despotik formadır ve tüm formları, kalıpları parçalayacak kudretiyse formsuzdur. İşte bu yüzden, çok formsuz gözüktünüz gözüme.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder