RAHMİ ÖĞDÜL
05.02.2016
Hepimiz enkaza dönüşmüş yapının bodrumunda sıkışıp kaldık. Döşemenin altından sesler geliyor ve duymamak için durmadan konuşuyoruz. Ama nafile. Ne kadar yükseltsek de sesimizi, döşemenin altından gelen sesleri bastıramıyoruz. Bu sesler, çoluk çocuk demeden katledilenlerin kalp atışlarıdır. Batı’ya ulaşmaya çalışırken denizlerde boğulan göçmenlerin, Doğu’da bombalara, mermilere hedef olanların, kentlerin sokaklarında tecavüze uğrayan ve öldürülen kadınların zonklayan yüreklerinin sesleri. Önceleri çok uzaklardan, kentin dışındaki ormandan gelen tamtam seslerini andırıyorlardı; televizyonun sesini daha fazla açıp duymazlıktan gelebiliyorduk, olmadı kulaklarımızı tıkıyorduk. Şimdi sıkıştığımız bodrumun döşemesinin altındalar ve yürekler öylesine şiddetle atıyor ki bedenlerimiz zangır zangır sarsılıyor. Ne yapsak yapalım, susturamıyoruz vicdanlarımızın sesini.
Sadece kendisi dik dik bakabilir
Öldürülenler, cesurca merkeze bakabilenlerdir. Merkezdeki iktidar, kendi dışındaki her bakıştan nefret eder ve kendine dik dik bakılmasından. Sadece kendisi bakabilir ve baktığında bir Medusa gibi her şeyi taşa çevirir ve nesneleştirir. Merkeze bakanların, merkezin boş bir kabuktan ibaret olduğunu anlamaları korkutuyor en çok iktidarı. Bu merkez, şiddetin merkezidir, şiddetle örtmüştür boşluğunu; yaşamı değil, ölmeyi ve öldürmeyi kutsar. Batı’ya, iktidara ve erkeğe bakmaya cüret edenler, içi boş, despotik bir kabuk gördüklerinde, iktidarın tepkisi şiddetli olacak ve katliamlarla dolduracaktır boşluğunu. Bir karşı bakış olarak ötekinin bakışı rahatsız edicidir çünkü. Tek merkezli bir dünya, tek bakışlı bir dünya demektir. Krala ya da despota bakamazsınız, ama o size bakabilir. O yüzdendir despotun, boyunlarımızı eğmemizi istemesi; bizler, yere bakanlar ve başımıza gelecekleri tefekkürle karşılayanlarız. Despotun dik duran başı karşısında, tebaalarının eğik duran başları.
Sıkıştırıldığımız bodrumda döşemenin altına yerleştirilen paramparça bedenler, iktidara bakmaya cüret edenlerin ölü bedenleridir. Edgar Allan Poe’nun ‘Gammaz Yürek’ ya da ‘Geveze Yürek’ olarak Türkçeye çevrilen öyküsünün kahramanı sırf gözünden, bakışından rahatsız olduğu için öldürmüştür yaşlı adamı: “Ne zaman baksa kanım buz keserdi.” Yaşlı adamın cesedini parçalayıp döşemenin altına gömer, ama adamın kalbi giderek yükselen vuruşlarla atmaya devam edecektir. Hiçbir şey bastıramaz kalbin sesini ve dayanamaz, sonunda cinayetini itiraf etmek zorunda kalır: “ ‘Alçaklar’ diye bağırdım, ‘Daha fazla numara yapmayın! –Döşemeleri kaldırın! Burada! Burada! – Bu onun lanet kalbinin sesi!” (çev. Aslı Akarsakarya).
Çıldırmamız an meselesi
Daha fazla numara yapmayalım, öldürdüğümüzü sandığımız vicdanımızın sesini istesek de bastıramıyoruz; susuşumuz ve boyun eğişimiz bir işe yaramayacak; parçalanan bedenlerin yürek burkan sesleri, tüm şiddetiyle zonklayacak ve rahatsız edecek sizi. Kapatıldığımız bodrum katından çıkamazsak çıldırmamız an meselesi.
Paltodan çıkmayı başarmıştık oysa. Dostoyevski, “Hepimiz Gogol’un paltosundan çıktık” demişti; peki kapatıldığımız bodrumdan çıkabilecek miyiz? Gogol’un, içinde dünyaları barındıran çok bakışlı, çok sesli karnavalesk paltosundan çıktıktan sonra, dünyayla ilişkimizin kesildiği ve sadece katledilenlerin çığlıklarını ve kalp atışlarını dinleyerek ölüme yattığımız bodrum katında kıstırıldık şimdi. Hep birlikte krala bakamadığımız takdirde, despotik bakışın katılaştırdığı bir kütlenin içinde sonsuza kadar boynumuz eğik donup kalacağız. Bir İngiliz deyişi, kedilerin krala bakabildiğini söylüyor. Kedidillerini pastalarınıza malzeme yapabilirsiniz, ama kedilerin bakışlarında evcilleştirilmeyecek çokluğun pırıltısı vardır her zaman. İçimizdeki çokluğu, çok bakışlı, çok sesli kedileri uyandırmanın vakti. Bir bakabilsek, doğrudan ve korkmadan, kralın içinin boş olduğunu göreceğiz. Çok bakışlı, çok sesli bir yeryüzü kedilerin bakışlarında gizlidir ve bu gize, bodrumdan çıkıp sırtımıza yeniden Gogol’un karnavalesk paltosunu geçirdiğimizde ulaşabiliriz ancak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder