Ayhan Mutlu |
Nejat Satı |
Nejat Satı |
Bütünü anlamak için geriye çekilerek uzaktan bakmanın, bütünle aramıza mesafe koymanın gerekli olduğu öğretildi bize. Yakından baktığımızda, ayrıntının bütünü görmemizi engelleyeceğini düşünüyoruz. Bütünü parçalar aracılığıyla anlayamayacağımıza, parçaların bizi yanıltacağına dair anlatılar vardır ve bizi ikna etmeyi de başarmışlardır. Beş kör insanın bir fili tanımlaması, bu anlatıların başında gelir. Filin farklı parçalarına dokunan körler, fili dokundukları parçalar aracılığıyla tanımladıklarında, file dair farklı tanımlara ulaşırlar. Buradan da parçanın bilgisinin bütünü anlamaya çalışırken yanıltıcı olduğu kıssasını çıkarırız.
Oysa bu yıl 24.sü düzenlenen TÜYAP Sanat Fuarı, Artist 2014 bünyesindeki küratörlüğünü Ali Şimşek’in gerçekleştirdiği ‘MÜLK-SÜZ-LEŞ!’ başlıklı sergide yer alan kimi yapıtlar, parça bütün ilişkisini tersine çevirerek, parçanın doğrudan bütünü yansıtabileceğini gösteriyorlar bizlere. Yeryüzüyle ve kendi aralarında kurdukları ilişkilerden soyutlanıp tüm bağlarından mülksüzleştirilerek yapı bloklarının içindeki hücrelere yerleştirilen insanların, başlarına neler geleceğini mikro düzeyde de görmek mümkün. Ayhan Mutlu ve Dağhan Yürürler’in delikli tuğlalardan yaptıkları işlerde tuğlalar bir yapı bloku gibi yükselirlerken içlerindeki delikler insanların tıkılacağı hücreleri mikro düzeyde gözler önüne seriyor.
Yapılarda içleri dolu olan ateş tuğlaları kullandığımız dönemlerde bütünü yine bir başka bütünle ilişkilendirdiğimiz metaforları kullanıyorduk.Mesela devlet yine bir başka bütünle, babayla ilişkilendiriliyordu: Gerektiğinde seven, gerektiğinde cezalandıran baba metaforu. Ve biz babamızı sever gibi seviyorduk devlet babayı. Artık metaforla taşınan su ile bütüncül bir imgenin değirmenini döndürmek mümkün değil. Metafor sözcüğünün Latince kökenine baktığımızda bir taşıma edimi görüyoruz; meta: arasına, ötesine; ve phora: taşımak, nakletmek. Benzeşim ilişkisine dayanarak bir bütünün anlamını başka bir bütüne taşıma edimi. Bütün-bütün ilişkisinin geçersizleştiğini ve yerine parça-bütün ilişkisinin geçtiğini görüyoruz. Babamızı her şeye rağmen sevmeye devam edebiliriz ama parçalarına ayrılan devlet bir babayı andırmıyor.
Metafor bir bütünü taşıyamadığında metonimi girer devreye. Devlet şimdi bir metonimi olarak gösteriyor kendini. Metonimi, parçanın bütünün yerine geçmesidir. Devletin üstünü örtecek her türlü metafor bir işe yaramıyor artık; lime lime olmuş örtünün altında devleti oluşturan parçalar tüm çıplaklıklarıyla sırıtıyorlar: Madenci ve işçi ölümleri, doğa katliamı, gaz bombaları, çevik kuvvet, TOMA, eli sopalı siviller, savaş, otoyol, AVM, kentsel dönüşüm, taşeronlaşma, doğanın ve toplumun alabildiğine sömürülmesi.Bütün ya da metafor parçalanmış ve parçaları tüm şiddetiyle görünür hale gelmiştir. Ve sanatçıların sergideki işleri de iktidar mekânlarının insanlar üzerindeki şiddetini, yine bir yapının en küçük parçası olan delikli tuğla aracılığıyla görünür kılarlarken metonimiye başvuruyorlar.
Artık devleti bir başka bütünle örterek yaptıklarını ve yapacaklarını hoş metaforlarla saklamak giderek zorlaşıyor. Çünkü devlet ayrıntıda gizlidir. Kılcal damarlara dek sızan devletin yine en iyi görüldüğü yerler parçalar ve aralarındaki mikro ilişkilerdir. Gustav Landauer (1870-1919) de devleti anlamak için bütüne değil, insanlar arasındaki ilişkilere bakmamızın yeterli olacağını söylerken bu mikro yapıya dikkat çekiyordu: “Devlet bir ilişkidir, insanlar arasında bir ilintidir, insanların birbirine davranışlarının bir tarzıdır.” Yeryüzüyle ve birbirleriyle kurdukları ilişki ağlarından koparılan insanların soyut kümeler halinde ayrıştırılması ve bu tecrit edilmiş kümelerin arasına devletin kendisini üçüncü şahıs olarak sokması. Devleti tepelerde bir yerlerde bütün olarak değil, kurduğumuz parçalı ilişkilerde, hatta kendi bedenlerimizde aramalıyız.
Devleti ve ilişkilerini sırtımıza bir ceket gibi giyiyoruz. Sırtımızdaki ceketlerle insani niteliklerimizi görünmez kılarken, Landauer’in söz ettiği bir ilişki biçimi olarak devleti çoğaltıyoruz durmadan. ‘MÜLK-SÜZ-LEŞ!’ sergisinde yer alan bir başka yapıtta sanatçı Nejat Satı, devletin resmi belgelerinden bir ceket dikmiş; devleti ve ilişkilerini sırtımıza bir mülk olarak giymemizi ve aynı anda tüm toplumla, doğayla kurduğumuz ilişkilerden de mülksüzleşmemizi gösteriyor. Devleti ve iktidarı artık makro yapılarda değil, aralarda, parçalarda, ayrıntıda aramalıyız.
Bedenlerimize bulaşan devlet, bir kabuk olarak içinde yaşadığımız konutları biçimlendirirken, bu kabuğu terk edip dışarı çıktığımızda da yine sırtımıza geçirdiğimiz hep devletin ceketi oluyor. Devletçi ilişkileri sırtımızdan çıkarıp mülksüzleşmeden, yeryüzüyle ve birbirimizle kuracağımız tüm yatay ilişkileri yeniden mülk edinmemiz mümkün değil.
Not: Beylikdüzü TÜYAP İstanbul Fuar ve Kongre Merkezi’ndeki Kitap Fuarı’na gidenler, 16 Kasım 2014’e kadar açık kalacak TÜYAP Sanat Fuarı’nı ve küratör Ali Şimşek’in doksan iki sanatçının katılımıyla gerçekleştirdiği MÜLK-SÜZ-LEŞ! sergisini de izleyebilirler.
Bedenlerimize bulaşan devlet, bir kabuk olarak içinde yaşadığımız konutları biçimlendirirken, bu kabuğu terk edip dışarı çıktığımızda da yine sırtımıza geçirdiğimiz hep devletin ceketi oluyor. Devletçi ilişkileri sırtımızdan çıkarıp mülksüzleşmeden, yeryüzüyle ve birbirimizle kuracağımız tüm yatay ilişkileri yeniden mülk edinmemiz mümkün değil.
Not: Beylikdüzü TÜYAP İstanbul Fuar ve Kongre Merkezi’ndeki Kitap Fuarı’na gidenler, 16 Kasım 2014’e kadar açık kalacak TÜYAP Sanat Fuarı’nı ve küratör Ali Şimşek’in doksan iki sanatçının katılımıyla gerçekleştirdiği MÜLK-SÜZ-LEŞ! sergisini de izleyebilirler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder