23 Ekim 2014 Perşembe

KORKACAK BİR ŞEY YOK: ÖNCE SOYALIM SONRA GİYDİRELİM


RAHMİ ÖĞDÜL
23.10.2014
Soymak ve giydirmek bir ve aynı şeydir. İki karşıt eylem gibi gözükseler de bir sürecin birbirini bütünleyen parçalarıdır. Giydirmek için, önce soymak gerekir. İktidar da önce soyuyor ve sonra kendi imgesini giydiriyor yeryüzüne.
Soymak, bir varlığın kimliğini belirleyen giysilerini çıkarmaktır. Soyutlamak da bir tür soyma işlemidir; etrafımızdaki tekil varlıklar niteliklerle donatılmıştır ve bu nitelikler arasında özsel olan ve olmayan diye ayrım yaparak, öz niteliklerini göz önünde tutmak ve diğer niteliklerini çıkarıp atmaktır. Tekil varlıkları soyutlarız ya da soyarız ve ardından da soyut kavramlara ulaşırız. Soyutlamalar akıl yürütürken, düşünürken çok işimize yarasa da geçen haftaki yazımda vurguladığım gibi yaşamdan kopuk, soyut ve tecrit edilmiş varlıklar yarattığı ölçüde sınıflandırmaya, manipüle etmeye yarayan bir araç olarak devletçi mantığın kullandığı bir tekniktir. Dolayısıyla yaşayan, ete kemiğe bürünmüş ve kendi coğrafyası ve kültürüyle kurduğu ilişkilerle biricik bir konuma ve kimliğe sahip tekil insan, tüm bağlamından arındırılıp sadece insanın özünü tanımlayan niteliklerle tanımlandığında soyut bir insan kavramına ulaşırız. Bu bir soyma işlemidir.
ÖNYARGILAR VE KLİŞELER
Ya da yine soyma işlemini etnik, din, mezhep, toplumsal cinsiyet kümelerine ait tekil varlıklara uyguladığımızda, soyut bir özle onları tanımladığımızda, artık karşımızda soyut bir Ezidi, soyut bir Ermeni ya da soyut bir erkek, soyut bir kadın ya da soyut bir eşcinsel vardır. Her tekil bireyi bu kavramlarla toptan yargılama ve sınıflandırma fırsatını yakalamış oluruz. Artık herhangi bir kümeye ait tekil bireyi yakından tanımadan, dokunmadan, sesini işitmeden, kokusunu duymadan hakkında bir sürü laf edebilir, içleri klişelerle doldurulmuş kavram paketlerini üzerlerine boca edebiliriz. Önyargılar ve klişeler, tekil bir bireyi yakından tanıma önündeki engellerdir. Ve hayattan kopuk kavram paketlerinin içine sıkıştırdığımız tekil varlıklar, artık bizim için bir kavramdan ibarettir sadece. Milliyetçi, ırkçı, dinci, cinsiyetçi yaklaşımların yarattıkları soyut kavramlar, tehlikeli silahlardır aynı zamanda ve bir kavram insan öldürebilir. Tüm ırkçı, milliyetçi, dinci savaşlarda ve gündelik hayatta kadınların ve eşcinsellerin, transların bu kadar sık öldürülmesinde, devletçi mantığın inşa ettiği bu kavramlar bir silah olarak kullanılmıştır. Öldürülen bir insan değildir, soyut bir kavramı bir başka soyut kavramla öldürür gibi kolaylıkla öldürebiliriz bir canı.
Bir canı ait olduğu ilişkilerden soyduktan sonra iktidar, onu kendi imgesine göre giydirmek isteyecektir önce; giydiremediğinde ya sürgüne gönderir ya da kıyıma girişir. Uluslaşma tarihi bir soyma ve giydirme tarihidir; ulus imgesine göre giydiremediği bireyleri ya sürgüne göndermiş ya da toplu kıyımlara maruz bırakmıştır. Devlet denilen soyutlama makinesinde yaşayan tüm bireyler bu soyma ve giydirme işlemine tabi tutulur. İktidarın kabul etmediği doğalarından soyulurlar ve bir giysi gibi iktidarın imgesi geçirilir üstlerine. Soyma edimi olmadan yeni giysiler giydiremezsiniz hiç kimseye. Hıristiyanlığın kurucularından Aziz Pavlus, İncil’in Koloselilere Mektup bölümünde açıkça yazmıştır bunu: “Uygulamalarıyla eski doğanızı çıkardınız sırtınızdan ve yaratıcının imgesinin ardından bilgi bakımından yenilenmiş yeni doğayı geçirdiniz sırtınıza.” Bu kadar basit. İktidar, tahakküm altına aldığı tüm bedenleri önce soyuyor, sonra kafasındaki imgeye göre yeni giysiler giydiriyor. Eski giysileri çıkarma ve yeni giysiler giydirme işleminde kullanılan şiddetin derecesi devlet ve iktidarın yapısına göre değişebiliyor ama soyma ve giydirme işleminin kalıcı olduğunu görüyoruz.
YAŞAMI ÖLDÜREMEZSİNİZ
Şimdiki iktidarın da bedenleri ve zihinleri geçmişe ait tüm niteliklerinden soyup onları yeni giysilerle örtmeye çalıştığına tanık oluyoruz. Tüm kurumlar, kurumları oluşturan bedenler bu soyma ve yeniden giydirme işlemine maruz kalıyorlar. Neredeyse bebekleri bile toplumsal cinsiyete göre örtmesi, yasalarla zihinlere ve bedenlere örtüler giydirmesi, Ankara’daki sarayının bahçesindeki eski doğayı çıkarıp, bahçeye yeni bir doğa giydirmesiyle çakışıyor. Ama olmuyor; kesilen binlerce ağacın yerine saray bahçesine dikilen ithal ağaçların da öldüğünü öğreniyoruz basından. Doğaya ve insan doğasına bulaşan iktidar, dokunduğu her şeyi öldürüyor. Yine de bizi ikna etmekten de geri durmuyor tabii: “Görüldüğü kadar kötü bir şey değil. Tabii ki Allah göstermesin, bulaşınca öldürüyor.” Yaşamı öldüremezsiniz. Yaşam tüm örtüleri parçalayan, kudretli bir oluş halidir. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder