RAHMİ ÖĞDÜL
09.10.2014
Her şeyin farkındayız, her şey gözlerimizin önünde olup bitiyor. Bedenimizle, zihnimizle inşa ettiğimiz tüm değerlerimiz göz göre göre köpek balıkları tarafından yağmalanıyor. Çaresizlik içinde seyrediyoruz. Santiago gibi hissetmiyor musunuz kendinizi? Hani, Ernest Hemingway’in “İhtiyar Adam ve Deniz” romanındaki kahramanı; hatırlamayan yoktur herhalde. Küçük teknesiyle tek başına denize açılan yaşlı balıkçı Santiago. Açık denizde yakaladığı altı buçuk metre boyundaki yelken balığını kıyıya getirmek için giriştiği mücadeleyi hepimiz duyumsuyoruz artık. Balığı yakalamakla iş bitmez; bir de onu kıyıya getirmek vardır. Balıkla mücadelesinden galip çıkmış ve avını yakalamıştır ama şimdi önünde bir başka mücadele daha vardır. Deniz köpek balıklarıyla doludur. Balığa musallat olan köpek balıklarıyla kıyasıya bir mücadeleye girişir. Sonunda balığı kıyıya getirmiştir getirmesine ama elinde sadece balığın iskeleti kalmıştır. Onca mücadeleyle elde ettiklerimizin, kazanımlarımızın köpek balıkları tarafından parça parça talan edilmesini ve sonunda elimizde sadece kılçıktan başka bir şey kalmadığını duyumsamayan var mı? Mülksüzleşme çağının kahramanı Santiago’dur ya da bir anti-kahramandır. Zihinsel ve bedensel emeğiyle elde ettiği tüm kazanımların, köpek balıkları tarafından lime lime edildiği bir anti-kahraman.
MÜLKSÜZLEŞME NEDİR?
Santiago mülksüzleşmenin kahramanıdır. Nedir mülksüzleşme? Mülksüzleşmenin tarihi, kapitalist ilişkilerle birlikte başlıyor. Zanaatkârların ve köylülerin, bir zamanlar üretim araçlarına sahip olan toplumsal kesimlerin, kapitalist toplumda sahip oldukları üretim araçlarını kaybetmeleridir. Mülksüzleşen toplumsal kesimler, işçi sınıfının toplumsal kökenini oluşturmuşlardır. Mülksüzleşme, üreticilerin üretim araçlarından kopmaları ve işgüçlerini satmaktan başka gelir kaynağından yoksun kalmalarıdır. Her gün denize açılan ama gün sonunda kılçıkla dönen bireylerin yaşadıkları bir tür Sisifos vakasıdır; gün boyunca kayayı tepenin doruğuna taşıyan ama sabah olunca yine kayayı tepenin eteklerinde bulan anti-kahraman.
Elindeki kılçıkla kala kalmıştır Santiago. Kılçığından başka bir şeyi ya da kılçığından başka kaybedecek bir şeyi yoktur ve kendisi de bu dünyada bir kılçıktan ibarettir. Tek başına bir kılçık gibi. Kılçıklar çöplüğünde kardeşliğe yer yoktur ama. Kapitalizm bireyin özgürleşmesini ister, üretim araçlarından özgürleşsin ki emeğini satmaktan başka bir çaresi kalmasın: Kılçıkların özgürleşmesi. Kapitalizmin gelişmesi için özgürleşmiş işçiye gerek vardır. Üretim araçları ve ürünü elinden alınan Santiago bir kılçık gibi özgürdür. Ve ürününü ve bedenini yağmalayan köpek balıklarına karşı örgütlenmezse eğer yeri, diğer kılçıkların, yani özgürleşme tarihinin çöplüğüdür.
Her şey mülksüzleştirilir. Bireyler, toplumlar ve doğa. Üretim araçlarından özgürleşen bireyler emeklerini satmak için pazara düştükleştiklerinde mülksüzdürler. Yerle kurdukları ilişkilerle başka bir dünyanın mümkün olabileceğini gösteren Kobane gibi toplulukların yarattıkları tüm değerler savaşta yağmalanır ve mülksüzleştirilirler. Ve doğa, ince ince örülmüş bir ağ gibi yeryüzüne yayılan yaşam, tüm ilişkilerinden koparılıp mülksüzleştirilir.
GERİYE KALAN BOŞ ÇERÇEVE
Doğa ve insan doğası, durmadan yağmalanarak özgürleştirilir ve kapitalist pazarda satılacak metalara dönüşür. Peki sanat? Her şeyin yerinden edilmesiyle yerle, üretim araçlarıyla ilişkisi koparılmış ve özgürleşmiş birey artık yerden kurtulmuştur. “Yerlerin yok olması, estetiğin yok olmasıyla aynı şeydir” diye belirtiyor Mihail Yampolski (bkz Farklı Dünyaları Düşünmek, Metis). Heidegger’e atfederek, “yerlerin yok oluşu dünyayla ilişkinin ortadan kalkması ve dünyayı boş, homojen bir mekân olarak anlayışın zafer kazanması demektir”, diye de ekliyor. Sanatta da bir yer olarak tuval yerinden edilince sadece boş bir çerçeve kalmıştır sanatçının elinde. Kendiliğinden bir araya gelerek yerle otantik ilişkiler gerçekleştiren nesneler ve insanlar, yerle bağlantısı kesilmiş, birer boş çerçeve olan galerilerde zorlama bir araya gelişlerle, boş çerçevelerin nesnelerine dönüşmüşlerdir. Artık boş çerçeveyi istediğimiz manzaraya yönelterek doğanın ve toplumun ağsal ilişkilerini parçalayabilir ve toplumu ve doğayı bağlamından özgürleştirebiliriz. Tüm ilişkilerinden arınmış nesneler mülksüzdürler. Bağlamından özgürleştirilmiş insanlar iktidarın enstalasyonunda, istediği gibi yerleştirebileceği, bir araya getirebileceği nesnelere dönüşmüşlerdir. Santiago’nun onca çabasıyla kıyıya taşıdığı balıktan geriye kılçık ya da sanatçının tüm çabasıyla, yeryüzünden duyumsadıklarıyla yarattığı tuvalden geriye boş çerçeve kalmıştır. Her şey gözlerimizin önünde olup bitiyor ve kılçıklaşma sürecimizi seyrediyoruz sadece.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder