14 Ağustos 2014 Perşembe

SÖZ KONUSU HALIYSA GERİSİ TEFERRUATTIR



RAHMİ ÖĞDÜL

14.08.2914

Theseus elindeki sopasıyla kafalarına vura vura merkezi, ucubelerden temizlemiş ve mutlak düzeni kurmuştur. Viyanalıların Theseus sevgisinden söz etmiştim geçen hafta. Merkez, ucubelerden temizlenip, nesneler de ait oldukları yere yerleştirilince steril ve dondurulmuş bir müze kent karşımıza çıkıyor. Viyana’da müzeler MuseumsQuertier denilen merkezi bir bölgede toplanmıştır. Buradaki Leopold Museum’da dolaşırken küratörlüğünü Elisabeth Leopold, Ivan Ristić, Stefan Kutzenberger’in yaptıkları “Trotzdem Kunst!” (Yine de Sanat Vardı!) başlıklı geçici sergiyi de görme fırsatım oldu. Avusturya’nın veliahttı arşidük Franz Ferdinand’ın 28 Haziran 1914’de Saraybosna’da öldürülmesiyle tetiklenen Birinci Dünya Savaşı’nın yüzüncü yıldönümünde, 1914-18 yılları arasında faaliyetlerini sürdüren Avusturyalı sanatçılara adanmış kapsamlı bir sergi yer alıyor.
 
SAVAŞIN RESMEDİLMESİ
Avusturyalı dışavurumcu sanatçılar Egon Schiele, Albin Egger-Lienz ve Anton Kolig’in savaş deneyimleri bu serginin kalkış noktasını oluşturmuş. “Şimdi bir askerim ve yaşamımın en zor 14 gününü geçirdim” diye yazmış Schiele 1915’de; savaş sırasında Rus savaş tutsaklarını resmetmiş. Anton Kolig 1916’da cepheden şu sözcükleri düşmüş defterine: “Büyük stres altında resim yapıyorum”. Savaş yıllarında resim yapmayı sürdüren bir diğer ressam Albin Egger-Lienz İtalya cephesinde tanık olmuş savaşın korkunçluğuna. Sanatçıların savaş yıllarındaki yapıtlarının yanı sıra, Avusturya-Macaristan imparatorluğunun savaştığı ülkeler, İtalya, Rusya, Romanya ve Sırbistan’dan güncel sanatçıların da katılımıyla 200 yapıtın yer aldığı, geçmişle günümüzü birbirine bağlayan ve 15 Eylül’e kadar açık kalacak bir sergi gerçekleştirilmiş.
 
YERE SERİLMİŞ DÜZEN
Sergiyi gezerken karşılaştığınız yere serili güncel bir yapıt, dikdörtgen biçiminde sentetik bir halı izlenimi veriyor önce. Birinci Dünya savaşı deneyimini yaşamış Viyanalı ressamların yapıtlarının yer aldığı sergide yere serili bir halının savaşla ne ilgisi olabileceğini sorabilirsiniz. Yapıtın açıklayıcı notunu okumadan önce aklıma ilk gelen, halıların İran kültüründe bahçe ile ilişkili olduğuydu; bordürleriyle, çiçekleriyle bahçenin stilize edilmiş halidir halı. Dolayısıyla halıyı serdiğinizde, çitlerle çevrilip kültüre edilmiş bahçelerin düzenini, mülkiyet altına alınmış doğa parçasını yeniden kurarsınız evinizde. Bir bahçe olarak halı aynı zamanda, Theseus jestiyle ucubelerden temizlenerek kurulmuş mutlak düzeni, mülkiyetin alanını da temsil ediyor; düzen ile savaşı, şimdi ile geçmişi birleştiriyor.
 
SAVAŞ BİR HALI GİBİ SERİLİ
Yapıtın 1954 doğumlu Avusturyalı sanatçı Veronika Dreier’e ait olduğunu, “Halı” başlığını taşıdığını ve 350 bin minik plastik askerden oluştuğunu okuyunca savaş ile halı arasında kurduğum bağlantılar örtüştü. Savaşın, kanıksadığımız evcil bir nesne gibi yeryüzünü kaplaması bizi şaşırtmıyor artık. Savaş, yeryüzünün doğal örtüsü üzerine bir halı gibi seriliyor. Yapıta çok yakından baktığınızda linolyum döşeme malzemelerinin üzerine yapıştırılmış, birbiriyle savaşan minik askerleri seçebiliyorsunuz. Tüm çeşitliliğiyle yeryüzü, savaşın örtüsüyle görünmez olurken, bizler bu savaşan askerleri, çatışan bireyleri doğal bir örtü olarak algılıyoruz.  Televizyonda izlediğimiz doğa belgeselleri de doğayı durmadan birbiriyle çatışan, birbirini öldüren canlılar olarak kurgularlarken, yapılmak istenen de tam da bu zaten: savaşın doğallaştırılması.  National Geography kanalında yayınlanan doğa belgeseli “Öldürmeye Programlananlar” (Built For The Kill) doğayı katliamların gerçekleştiği bir zemin olarak kurguluyor durmadan. Doğal bitki ve hayvan örtüsünün üzeri savaşın örtüsü ile örtülmüş ve bizler de bu örtüyü doğalmış gibi algılayarak sanatçının yapıtındaki birbirini öldürmeye programlanmış plastik askerlere dönüşüyoruz.
 
SAKIN ŞAŞIRMAYIN
Nereden baktığınıza bağlı her şey. İktidarın penceresinden baktığınızda herkes birbirinin kurdudur. Bu penceren kurtulup doğanın içine süzüldüğünüzde, birbirlerine kontrpuanlarla bağlanmış canlıların müthiş senfonisini işiteceksiniz. Canlıların birbiriyle dayanışarak icra ettiği bu senfoniyi duyanlar arasında anarşist Kropotkin de vardı. Sosyal Darvinciler doğayı sürekli birbiriyle çatışan, birbirini öldürmeye programlanmış yaratıklar olarak görürken, Kropotkin birbiriyle dayanışarak hayatta kalmaya çalışan canlıları görüyordu.


Doğal yaşamın üzerine, yeryüzüne, iktidarın birbiriyle çatışan bireylerle ördüğü sentetik halılar seriliyor. Her halı çitlerle çevrili ve mutlak düzeni temsil eden bahçenin, dolayısıyla devletçi ilişkilerin simgesidir. Yüzeyinde mutlak düzeni temsil eden halılara yakından baktığınızda birbirleriyle savaşan plastik askerler göreceksiniz, sakın şaşırmayın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder