RAHMİ ÖĞDÜL
22.05.2014
Ölülerin ağızlarında oksijen maskeleri; yaşayanların yüzlerinde gaz maskeleri; ölüm sinmiş yüzlerimize. Ölüm sever despot, yürüyen ölülere dönüştürdü hepimizi. Leş gibi bir hayatı sürdürme pahasına suratımızda patlayan, özgürlüğümüze inen tokatlara bile bile katlanıyoruz. Despot, suratımıza bir tokat attığında, kredi kartı borcumuz, otomobil taksitimiz geliyor aklımıza ve hemen öbür yanağımızı da dönüyoruz.
Kömür karası, zifiri karanlık; göz gözü görmüyor. Ülke denilen karanlık bir dehlizde sıkışıp kaldık. Grizu ha patladı, ha patlayacak; havada yoğun gaz kokusu. Karanlıkta tokatlar iniyor yüzümüze; tepeden emirler yağıyor. Işığı fark edip dehlizin çıkış deliğine yönelenler, öğrenciler, gençler, gazeteciler, avukatlar, işçiler hemen derdest ediliyor. Emirler yağıyor durmadan, tüm çıkış delikleri kapatılsın diye. Bakunin söylemişti: “Her emir özgürlüğün suratında patlayan bir tokattır.” Emirlerle tokatlar birbirine karışıyor; tekmeler havada uçuşuyor. Bizi, karanlık bir dehlizde sıkıştırıp öldürmeye kararlı iktidar; bu dünyadan umudunu kesenleri öte dünyaya hazırlamak için adamlarını göndermiş, aramızda dolaşıyorlar. Leşlerin arasında dolaşan akbabalar gibi.
Ölülerin ağızlarında oksijen maskeleri; yaşayanların yüzlerinde gaz maskeleri; ölüm sinmiş yüzlerimize. Ölüm sever despot, yürüyen ölülere dönüştürdü hepimizi. Leş gibi bir hayatı sürdürme pahasına suratımızda patlayan, özgürlüğümüze inen tokatlara bile bile katlanıyoruz. Despot suratımıza bir tokat attığında, kredi kartı borcumuz, otomobil taksitimiz geliyor aklımıza ve hemen öbür yanağımızı da dönüyoruz. Suratımıza daha ne kadar tokat inecek ve daha ne kadar durmadan hep öbür yanağımızı çevireceğiz? Sahip olduğumuz ya da olacağımız ölü nesneler uğruna körüne körüne bu ölüm düzenini sürdürüyoruz. Ölülerle canlıların, şeylerle öznelerin, metalarla insanların ayırt edilemediği karanlık ölüm dehlizlerinde sessiz çığlıklar atabiliyoruz ancak. Ellerimiz maymun deliklerinin karanlık deliklerinde tutsak kalmış; avuçlarımızda sıkıca kavradığımız nesneler; yüzümüzde ölüm katılığı.
MASKELERİN GİZEMİ
Tenimizle, canımızla, duygularımızla, duygulanma ve duygulandırma kapasitemizle, eyleme geçme kudretimizle üzerimizdeki ölü toprağını silkeleyeceğimiz ân gelmedi mi? İsrafil’in ölüleri dirilten borusunun sesini hâlâ duymayanlar var. Despot, küçük bir azınlığın çıkarları için din kisvesi altında kitleleri cansız bedenlere çevirirken, bu ölüm düzeninin kalıcı olamayacağını, geçici bir durum olduğunu Bakunin hatırlatmıştı bize: “Devlet tıpkı ikiz kardeşi olan kilise gibi, büyük bir çoğunluğu köleleştirenlerin, küçük bir azınlığın ayrıcalıklarını güvenceye aldığı geçici tarihsel bir kurumdur.” Bu sömürüyü, cansız bedenler düzenini sürdürebilmek için hep maskeler kullanıyor iktidar: oksijen maskesi, gaz maskesi, din maskesi. Spinoza bu maskelerin gizemini ifşa etmişti: “Despotik devlet yönetiminin en büyük gizemi, tebaalarını kandırmak ve onları baskı altında tutan korkuyu dinin aldatıcı kisvesiyle maskelemektir, böylelikle tebaalar kendi güvenlikleri için olduğu kadar kölelikleri için de kahramanca dövüşebilir… ve bunu en yüksek şeref olarak addederler.” Yüzlerimizdeki maskelerde ölüm katılığı; atılan tokatları hissetmiyoruz bile. İktidarın despot düzeninde 'nekropolis'te dolaşır gibi dolaşıyoruz. Kentler (polis), artık ölüler kentidir (nekropolis).
MAYMUN TUZAKLARI
Ellerimiz maymun tuzaklarında tutsak; yüzümüze ve özgürlüğümüze inen tokatları istesek de savuşturamıyoruz. İktidar bizi maymun tuzaklarına yerleştirdiği nesneler ve metalarla avlayıp cansız bedenlere dönüştürüyor. Afrika ve Asya’da maymunları yakalamak için kullanılan aynı düzeneğin tutsaklarıyız. Herhangi bir yere bir maymunun ancak elinin girebileceği kadar bir delik açan avcı, deliğin içine maymun için değerli bir nesne yerleştirir. Maymun bu nesnenin cazibesine kapılıp elini deliğe sokar ve sıkıcı kavrar. Elindekini bıraksa, kurtaracaktır kolunu ve özgürlüğüne kavuşacaktır. Ama avucundaki nesneyi bırakamaz; elindeki nesneyi kavramak için yumruk yaptığı eli delikten geçemeyecek kadar iridir, boşuna çırpınır ve enselenir. Maymun deliklerinin karanlık dehlizlerinde tutsağız; avuçlarımızda sıkıca tuttuğumuz ölü nesneler; yüzümüzde ölüm maskeleri. Özgürlüğümüze ve suratımıza inen tokatları hissetmiyoruz bile.
Not: Soma’daki bir maden işçisi “madene tekrar inecek misin?” sorusunu, “kredi kartı borcum var ve inmek zorundayım” diye yanıtladığında, içine düşürüldüğümüz karanlık dehlizleri, maymun tuzaklarını anlatıyordu. Ölüm dehlizlerinde bizi tutsak alan iktidarı lanetliyor ve Güney Galler’deki bir madenci köyüne yerleşip on bir yıl boyunca madencileri resmeden Josef Herman’ın (1911-2000) görsellerine bırakıyoruz sözü.
Ölülerin ağızlarında oksijen maskeleri; yaşayanların yüzlerinde gaz maskeleri; ölüm sinmiş yüzlerimize. Ölüm sever despot, yürüyen ölülere dönüştürdü hepimizi. Leş gibi bir hayatı sürdürme pahasına suratımızda patlayan, özgürlüğümüze inen tokatlara bile bile katlanıyoruz. Despot suratımıza bir tokat attığında, kredi kartı borcumuz, otomobil taksitimiz geliyor aklımıza ve hemen öbür yanağımızı da dönüyoruz. Suratımıza daha ne kadar tokat inecek ve daha ne kadar durmadan hep öbür yanağımızı çevireceğiz? Sahip olduğumuz ya da olacağımız ölü nesneler uğruna körüne körüne bu ölüm düzenini sürdürüyoruz. Ölülerle canlıların, şeylerle öznelerin, metalarla insanların ayırt edilemediği karanlık ölüm dehlizlerinde sessiz çığlıklar atabiliyoruz ancak. Ellerimiz maymun deliklerinin karanlık deliklerinde tutsak kalmış; avuçlarımızda sıkıca kavradığımız nesneler; yüzümüzde ölüm katılığı.
MASKELERİN GİZEMİ
Tenimizle, canımızla, duygularımızla, duygulanma ve duygulandırma kapasitemizle, eyleme geçme kudretimizle üzerimizdeki ölü toprağını silkeleyeceğimiz ân gelmedi mi? İsrafil’in ölüleri dirilten borusunun sesini hâlâ duymayanlar var. Despot, küçük bir azınlığın çıkarları için din kisvesi altında kitleleri cansız bedenlere çevirirken, bu ölüm düzeninin kalıcı olamayacağını, geçici bir durum olduğunu Bakunin hatırlatmıştı bize: “Devlet tıpkı ikiz kardeşi olan kilise gibi, büyük bir çoğunluğu köleleştirenlerin, küçük bir azınlığın ayrıcalıklarını güvenceye aldığı geçici tarihsel bir kurumdur.” Bu sömürüyü, cansız bedenler düzenini sürdürebilmek için hep maskeler kullanıyor iktidar: oksijen maskesi, gaz maskesi, din maskesi. Spinoza bu maskelerin gizemini ifşa etmişti: “Despotik devlet yönetiminin en büyük gizemi, tebaalarını kandırmak ve onları baskı altında tutan korkuyu dinin aldatıcı kisvesiyle maskelemektir, böylelikle tebaalar kendi güvenlikleri için olduğu kadar kölelikleri için de kahramanca dövüşebilir… ve bunu en yüksek şeref olarak addederler.” Yüzlerimizdeki maskelerde ölüm katılığı; atılan tokatları hissetmiyoruz bile. İktidarın despot düzeninde 'nekropolis'te dolaşır gibi dolaşıyoruz. Kentler (polis), artık ölüler kentidir (nekropolis).
MAYMUN TUZAKLARI
Ellerimiz maymun tuzaklarında tutsak; yüzümüze ve özgürlüğümüze inen tokatları istesek de savuşturamıyoruz. İktidar bizi maymun tuzaklarına yerleştirdiği nesneler ve metalarla avlayıp cansız bedenlere dönüştürüyor. Afrika ve Asya’da maymunları yakalamak için kullanılan aynı düzeneğin tutsaklarıyız. Herhangi bir yere bir maymunun ancak elinin girebileceği kadar bir delik açan avcı, deliğin içine maymun için değerli bir nesne yerleştirir. Maymun bu nesnenin cazibesine kapılıp elini deliğe sokar ve sıkıcı kavrar. Elindekini bıraksa, kurtaracaktır kolunu ve özgürlüğüne kavuşacaktır. Ama avucundaki nesneyi bırakamaz; elindeki nesneyi kavramak için yumruk yaptığı eli delikten geçemeyecek kadar iridir, boşuna çırpınır ve enselenir. Maymun deliklerinin karanlık dehlizlerinde tutsağız; avuçlarımızda sıkıca tuttuğumuz ölü nesneler; yüzümüzde ölüm maskeleri. Özgürlüğümüze ve suratımıza inen tokatları hissetmiyoruz bile.
Not: Soma’daki bir maden işçisi “madene tekrar inecek misin?” sorusunu, “kredi kartı borcum var ve inmek zorundayım” diye yanıtladığında, içine düşürüldüğümüz karanlık dehlizleri, maymun tuzaklarını anlatıyordu. Ölüm dehlizlerinde bizi tutsak alan iktidarı lanetliyor ve Güney Galler’deki bir madenci köyüne yerleşip on bir yıl boyunca madencileri resmeden Josef Herman’ın (1911-2000) görsellerine bırakıyoruz sözü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder