18 Temmuz 2013 Perşembe

ON BİNLERİN YÜRÜYÜŞÜ

 
RAHMİ ÖĞDÜL
18.07.2013
On bin paralı askerin öyküsünü anlatır ‘Anabasis’ adlı kitabında Ksenofon. Pers ülkesindeki iktidar kavgaları sırasında, tahtı ele geçirmek için kardeşine karşı savaşmak üzere on bin Yunanlı asker kiralamıştır Genç Cyrus. Ege kıyılarından yola çıkan paralı askerler Anadolu’nun içlerine, Yukarı Mezopotamya’ya doğru ilerlerler. ‘Anabasis’ sözcüğü kıyıdan içeri doğru yapılan yolculuk anlamına gelmektedir. Kıyıdan, ele geçirecekleri merkeze doğru yolculuk. Ne var ki işler yolunda gitmez ve Persli patronları Cyrus ve komutanları öldürülür. Kendilerini efendisiz, komutasız ve bilmedikleri, tanımadıkları bir ülkenin, coğrafyanın orta yerinde yabancı olarak bulurlar. Ve evlerine dönmek için keşfedecekleri yeni ve yabancı bir coğrafya vardır önlerinde.  
Alain Badiou’ya göre Ksenofon, Pers ülkesinin ortasında Yunanlılara kolektif bir anlam veren hiyerarşik, askeri düzenin çöküşünü tasvir etmektedir (Yüzyıl, çev. Işık Ergüden, Sel Yayıncılık). Yabancı bir ülkede bir başına kalmışlar ve tüm varlık nedenlerini yitirmişlerdir. Bir başkasının hizmetinde ve komutasında iken birden kendi kararlarını ve yazgılarını yaratmak zorunda kalmışlardır. ‘Anabasis’, yani kıyıdan merkeze doğru yapılan yolculuk hüsrana uğramış ve eve yolculuk, yani ‘katabasis’, merkezden kıyıya doğru yolculuk başlamıştır. Artık kendileri adına kararları veren ne birileri ne de eve dönüş yolunu gösteren haritaları vardır. Kıyıya doğru yolculuk, yürüdükçe kendi yollarını yaratacakları bir tür keşif gezisine dönüşür. Yürüdükçe, daha önce kendileri için mevcut olmayan yeni yollar keşfederler. Askeri, hiyerarşik düzenin çöküşüyle birlikte kendi kararlarını alırken kendilerini ve birbirlerini de keşfederler. Eve dönüş yolculuğundan çok daha fazlasını ifade etmektedir bu gezi. Ve sonunda Karadeniz kıyılarına vardıklarında hep birlikte haykırırlar: “Deniz, deniz!”
Yerler, kentler sürekli değişirken, kendimizi tamamen yabancı bir ülkede ve yabancılar olarak bulduk birden. Yitirdiğimiz yuvayı aramaya başladık ve Gezi Parkı’na vardığımızda kendimizi evimizde hissetmiş, hep bir ağızdan bağırmıştık: “Her Yer Taksim, Her Yer Direniş!” Gezi’nin her yer olduğunu fark etmiş ve varılacak yerden daha çok yolculuğun, merkezden yerele doğru, merkezi, otoriter bir toplumdan doğrudan demokrasiye doğru yaptığımız yolculuk sırasında keşfettiklerimizin önemini anlamıştık. İçimizdeki ve aramızdaki çokluğu, birbirimizi, doğayı yeniden keşfettiğimiz yerel forumlarla sürüyor yolculuğumuz. Bitimsiz bir yolculuk bizimkisi. Yerele doğru, yerel tutkulara ve özlemlere doğru bir yolculuk. Yürüdükçe önümüzde açılıyor yollar, konuştukça yıkılıyor duvarlar. Erotik bir eylem; birbirimizin örtülerini kaldırdıkça, hakikatin tepede durmadığını, birlikte keşfedeceğimiz içkin bir şey olduğunu anlıyoruz.
İktidarın kurmaca hakikatine öylesine kaptırmıştık ki kendimizi bize biçilen rolleri oynuyorduk durmadan. Düşünceyi dumura uğratan iktidarın kurmaca hakikatine sarılıyor, ezberlediğimiz metnin dışına çıkamıyorduk. Birden elimize tutuşturulan metni yırtıp attık. Tıpkı Aristophanes’in komedilerinde koronun bir adım öne çıkması ve maskelerini çıkarıp izleyicilere aktör olarak değil de yurttaş olarak seslenmesi gibi. ‘ Parabasis’ deniliyor bu eyleme. İktidarın kitabına göre parabasis’in anlamı haddini aşmak, çizgiyi geçmek, yasalara karşı gelmek, günahkâr olmak. Oysa bizim kitabımızda parabasis’in anlamı, iktidarın elimize tutuşturduğu metni yırtıp atmak ve bir yurttaş, bir evren sakini olarak doğrudan yüzyüze konuşmaktır.
‘Katabasis’, yani eve, yerele dönüş yolculuğu başladı; ve ‘katabasis’in her anı ‘parabasis’le dolu. İktidarın metnini ezberden okuyan bir koro olmaktan vazgeçip öznelere dönüşen yurttaşlar kendi yerel özlem ve tutkularını dile getirerek birbirlerine doğru yürüyorlar. On binlerin yürüyüşü çokluğun yürüyüşüdür.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder