19 Ağustos 2011 Cuma

ÇOCUKLUĞUN SIMSICAK GÜNLERİ


RAHMİ ÖĞDÜL

18 Ağustos 2011

Çember çeviren, tekerlek yuvarlayan çocukluğumu hatırladığımda, Nietzsche’nin deyişi geliyor aklıma: “Çocuk… kendi kendine dönen bir tekerlektir.” Kendi kendine dönen bir tekerlek, başka tekerlekleri de döndürmeye başladığı zaman, dışarıdan dayatılmış aşkın kuvvetlerle yönetilen tüm sistemi içkin bir oyuna dönüştürür. İçkin bir ilk hareket olarak, tüm aşkınlığı yerle bir ettiğinde mitolojiyi ve ritüelleri de çökerttiğinin farkında değildir aslında; çocuk oyun oynayarak kutsal zamandan kurtarır kendisini. Çocuk masumiyet ve unutuştur. Sadece oynar ve oynayarak yeni başlangıçlar, yeni değerler yaratır.

ÇOCUKLUK ÜLKESİ
Çocukluğu, yitirilmiş bir eğlenceler, oyunlar ülkesi olarak hatırlıyoruz çoğu kez. Bu ülke zamanının, yetişkinliğin zamanından farklı olduğunu duyumsuyoruz. Yinelenen ritüellerle yaşamı bölümlere ayıran takvimin zamanı bir işe yaramaz burada. Ritüelleri, kutsal sözleri ve edimleri sonradan belletirler çocuğa. Çocuk ise tüm mitolojik, kutsal içeriğini unuttuğu, daha doğrusu bilmediği ritüelleri oyuna dönüştürerek takvimi çökertmiştir. Oyun sayesinde zamanın hızla aktığı, genişlemiş bir şimdi içindeyizdir artık, yani çocukluğun ülkesinde. Ve başka bir zaman özlemiyle, tıpkı Pinokyo gibi bizim de sık sık yolumuz düşer bu ülkeye.

Collodi Pinokyo adlı yapıtında, içinde sadece oyunun bulunduğu bir evren imgesi sunmuştu bize. Pinokyo konuşan sıpanın sırtında yolculuk ettikten sonra sabaha karşı “eğlenceler ülkesi” varır. Bu ülkenin nüfusunun tamamı çocuklardan oluşmuştur ve çocuklar sadece oyun oynayarak geçirirler günlerini. Oyunun hayatı istila etmesinin sonucunda zaman değişmiş ve hız kazanmıştır. Birbirini kovalayan eğlenceler sayesinde günler, haftalar, aylar yıldırım hızıyla geçer. Zamanın böyle hızlı akıp geçmesi takvimi de değiştirmiştir. Yapısında ritim, ardıllık ve tekrar bulunan takvim artık tek bir oyun gününün genişlemesiyle durmuştur. Eğlenceler ülkesinin şenliği, curcunası, çılgınlığı takvimi iptal etmiş ve çökertmiştir. Bu ülkenin sakinleri anlamını unuttukları ritüelleri ve kutsal sözleri tekrarlayarak geçirirler günlerini. Bu unutuşla kutsallığından arınmış ritüelleri oyuna dönüştürmüşlerdir (Agamben, Çocukluk ve Tarih, Kanat Kitap).

OYUN VE RİTÜEL
Oyun ile kutsallık arasında ilişki olduğu biliniyor. Çoğu oyunun kökleri, antik kutsal ayinlere, danslara, temsili dövüşlere, kehanet törenlerine dayanıyor. Örneğin, top oyunda, tanrıların güneşe sahip olmak için birbirleriyle savaştığına ilişkin bir mitin izlerini görmek mümkündür. Halka olup dönmek antik bir evlilik ritüelidir; zar oyunlarının kökeni kehanettedir; yine topaç ve satranç tahtası da kehanet araçlarıdır vs.

Her ikisinin de takvimle ilişkili olduğunu ve bu ilişkinin ters bir ilişki olduğunu söylüyor Agamben. Ritüel takvimi sabitleyip yapılandırırken, oyun ise aksine takvimi değiştirir ve tahrip eder. Her ne kadar kökeni kutsallıkta yatsa da kutsalı ters yüz eder oyun. Her türlü mitolojik bağından koparılmış haliyle oyun bir biçim, drama olarak ritüeli kullanır. Çocuk, yeni oyunlar yaratarak ritüelin bu formunu giderek daha da yersiz yurtsuz hale getirir, kökenlerini muğlaklaştırır.

İSTER MONARŞİ İSTER CUMHURİYET
Kutsal edim gücünü mit ile ritüelin birleşmesinden elde eder. Mit tarihi söze dökerken, ritüel de o tarihi dramalar halinde yeniden üretir. Zamanın başlangıcında tanrıların ya da ataların gerçekleştirdiği varsayılan edimlerin yinelenmesidir mitoloji. Ritüel, mitik geçmişi şimdide yineleyerek geçmişi sürekli olarak günümüzde yapılaştırmaya, hiyerarşik tapınaklar kurarak zamanı dondurmaya, katılaştırmaya çabalar. Rejim ister monarşi ister cumhuriyet olsun, kendi zamanını, takvimini kurarken, kendi kutsalı etrafında ritüeller yaratmaktan geri durmaz. Kurucu babaların kutsal sözleri ve edimleri ritüeller halinde durmadan sahneye konulur. Bu mitik geçmişten kurtulmak, kendi kendine dönen tekerlek gibi yuvarlanmak neredeyse imkânsızlaşmıştır. Ritüel hep sırtımıza geçmişin, alışkanlıkların ağırlığını yükler. Bu yüklerin altında ezilmemizi, kederlenmemizi ister iktidar.

MASUMİYETİ VE UNUTUŞU TEMSİL EDER ÇOCUK
Başa, yani Nietzsche’ye dönelim; Zerdüşt’ün önsözünde üç dönüşümden bahsediyor: “Ruhun üç dönüşümden söz edeceğim size: ruhun nasıl bir deve, devenin nasıl bir aslan ve aslanın nasıl bir çocuk olduğundan.” Deve yükün altında ezilen bir ruhu temsil ederken, aslan bu yüklere hayır diyebilen bir ruhtur. Ancak yeni değerler yaratmak aslanın bile elinden gelmez. Yeni başlangıçlar ve değerleri yaratacak olan, masumiyeti ve unutuşu temsil eden çocuktur ancak. İktidarın durmadan tekrar eden ritüellerinden kurtulmak ve yeni değerler yaratmak için çocukluk ülkesine yolumuzu düşürmemiz gerekecek galiba.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder