5 Ekim 2019 Cumartesi

YAZI, BOYUN EĞDİRMEK İÇİNDİR

Cyril Vouilloz

Keith Haring
RAHMİ ÖĞDÜL
04.10.2019

Sokrates yazıyı kuşkuyla karşılayanlardandır; canlı diyaloğu, ölü metne tercih edenlerden (bkz D. Allen, Platon Neden Yazdı? İletişim). Yazılı söz, kişinin canlı, nefes alan sözünün sadece bir imgesi. Yazı yazmak, resim yapmaya benzer. Resimler nasıl canlı varlıkların yerine ölü imgeleri geçiriyorsa, yazı da sürekli gelişip büyüyen, gelişip serpilen diyalektik sözün yerine ölü harfleri geçiriyor. Sokrates, söz için ‘enargeia’ terimini kullanır. Homeros da enerji anlamına gelen aynı terimi, tanrıların gözle görünür hale geldiği durumlar için kullanmıştır. Sözcüklerimize hayat verenin, nefesin gücü olduğunu hatırlayın; yaşam enerjisiyle dolular. Yaşamın soluğu görünmez olanı, kavramları, düşünceleri yaşamın akışı içinde görünür hale getirir. Sokrates’e göre filozof, ancak yaşlandığı zaman anımsamak, kendini oyalamak için yazmalıdır. Felsefi açıdan kabul edilebilir bir metin sözel diyalektiğin bir anımsatıcısı olmalı. Aksi takdirde bir hatibin ya da kanun yazıcısının metni olacaktır.

YAZI İKTİDAR YÖNTEMİ
Sokrates yazıdan kuşkulanmakta haklı. İlk yazıcılar despotun gölgesinde yetişmiştir, yazı düşünmek için değil, boyun eğdirmek içindi. Yazı; yaşamın soluğunu, enerjisini surların içine kapatan ve yaşamı mülk edinmeye çalışan bir iktidar tekniği. Yazı, Mezopotamya’da erken devlet oluşumlarında bir yakalama aygıtı olarak icat edilmiştir. Kaçıp gitmekte olanı, yaşamı yakalayıp yerleştirmek, envanterini çıkarmak için. Yazının icadıyla birlikte insanlar, araziler, tahıllar, hayvanlar, eşyalar birer birer kayda geçirildi. Ve J.C. Scott kitabında, arkeolojik bulgulara dayanarak, “Mezopotamya’da yazının, onunla ilişkilendirdiğimiz görkemli uygarlık icatlarına yani edebiyata, mitolojiye, methiyelere, kralların soy ve secerelerine, tarih kayıtlarına ve dini metinlere aracılık etmeden önce, beş yüz yılı aşkın bir süre boyunca sadece muhasebe için kullanıldığını” belirtiyor (Tahıla Karşı, KÜY). Uruk’ta çıkarılan M.Ö. 3300-3100 tarihine dayanan en eski tabletler çoğunlukla tahıl, işgücü, vergiler, savaş esirleri, köleler hakkındaki listelerden ibarettir. İnsanlar, kelle vergisi almak, angarya işlerde çalıştırılmak ve askere alınmak için ikamet, yaş ve cinsiyetlerine göre tek tek sayılıp kaydediliyordu. Yazı, yaşamı standartlaştırma ve soyutlama yöntemidir; devletin istatistikler, sayımlar ve ölçümler kullanarak tebaasının bedenlerine, emeklerine ve ürünlerine el koyma yöntemi.

SEMİYOTİK BASKI
Felix Guattari, günümüzde de iktidarın yazıyla ilişkili boyun eğdirme yönteminden söz ediyor: “Bugün kapitalist iktidar, polis ya da açık fiziksel baskı kullanımından daha çok, semiyotik boyun eğdirmeyle iş görüyor.” Semiyotik boyun eğdirme, göstergelerin gömülü olduğu bir metne göre işliyor; düşüncelerimizi ve davranışlarımızı belirleyen bu metindir. Gündelik hayatta kullandığınız semiyotik tarzları, jestleri bu yazı yasasına uydurmak zorundasınız. Aksi takdirde kendinizi özel kurumlarda bulabilirsiniz. İçine gömülü olduğumuz metni ihlal edenlere deli, sarhoş, anormal, meczup deniliyor.

YAZI BİR YAKALAMA AYGITI
Yazı iktidarın icat ettiği en erken dispozitiflerden biri. Foucault’nun dispozitif kavramını Agamben şöyle açıklıyor: “Yaşayan varlıkları yakalama, yönlendirme, belirleme, önleme, modelleme, denetleme; bu varlıkların beden diline, davranışlarına, fikir ve söylemlerine dayanak teşkil etme yetisi olan her şey” (Dispozitif Nedir? Monokl). Bir yakalama aygıtı olarak yazı, capcanlı sözü işaretlerden oluşan bir soyutlama sistemine dönüştürmüştür. Devlet, yeryüzünde dolaşan sözü surların içine kapatmış ve sözün yaşamla bağlantısını koparmıştır. Varlıkların envanterini çıkarma yöntemi olarak yazı, bürokratik bir tekniktir. Kabul edelim; yazının içine gömülü halde yaşıyoruz, yazıyor ve yazılanları okuyoruz. Ve durmadan yakalanıyoruz. Bir kaçış mutlaka olmalı, yazıyla birlikte kaçış. Yazıyı kaçırıp açık havaya çıkarmalı. Yazıya, göçebelerin kasırga gibi esen soluklarını bulaştırmalıyız:

“Yazmak, asla tamamlanmayan, her zaman meydana gelmekte olan ve her yaşanabilir ya da yaşanmış malzemeyi aşan bir oluş meselesidir. Bir süreçtir, diğer bir deyişle, yaşanabilir ile yaşanmış olanı boydan boya kateden bir Yaşam geçişidir. Yazı oluştan ayrılamaz” (Deleuze, Kritik ve Klinik, Norgunk).

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder