12 Mayıs 2018 Cumartesi

ÇİÇEKLERE DEĞİL, YAPRAKLARA BAKIN!


RAHMİ ÖĞDÜL
04.05.2018

Çiçekli zamanlardayız. Çiçeklere bakınca ne görüyorsunuz? Geleneksel toplumlar onlarda tinsellik görüyor, kutsal olanı keşfediyordu. Çiçeklere doğrudan, doğanın içkin değerinin bir yansıması, doğanın doğurganlığı olarak bakmamız oldukça yenidir. Ama sırf alışkanlıktan, hâlâ çiçekleri altta yatan hakikatin yüzeydeki işaretleri olarak algılıyoruz. Hakikati doğrudan göremeyeceğimize göre örtüsünde hakikatin güzelliğini keşfediyoruz. Bize hakikatin “bir” olduğunu söylediler, dolayısıyla doğanın çokluğunda “bir”i keşfediyoruz. Ve bu öyle bir “bir” ki, tüm çokluğu yutuyor ve sadece “bir” kalıyor geriye. Çokluğu yanılsama ve doğayı da hakikati bizden saklayan bir örtü olarak düşünüyoruz. Aşkın hakikat arayışı, yeryüzünden vazgeçişin başlangıcıdır.

Çiçeklerde kutsal hakikati keşfetmek, nesneleri kutsalın tezahürü olarak görmek oldukça eskidir. İlk insanlar da mutlaka kutsalın tezahür ettiğine inandıkları kayaları, taşları, ağaçları sık sık ziyaret etmişlerdir. Ve doğanın görüngülerine aşkın hakikatin dışavurumları olarak bakmak tek tanrılı dinlerde de sürdü. Hıristiyanlar, Türkçede çarkıfelek çiçeği olarak bilinen, İngilizlerin “passion flower” dedikleri çiçekte ölümü görüyorlar mesela, İsa’nın ölümünü. Çiçeğin üç adet erciği (erkeklik organı) çarmıhtaki İsa’nın çivi yaralarını ya da Teslis’i, yani Baba, Oğul ve Kutsal Ruhun üçlü birliğini temsil ediyor. On adet taç yaprağının oluşturduğu çember ise İsa’nın başına takılan dikenden tacı ya da İsa’ya bağlı olan on havariyi. Yaprakları ise İsa’yı yaralayan mızraktır. Ve çarkıfelek çiçeğinin üç günlük ömrü de İsa’nın mezarda kaldığı üç günü hatırlatıyor.

Doğanın doğurganlığı olan çiçek ölümü simgelediğinde, doğa ve doğanın çokluğu da ölüme yazgılı, gelip geçici, aldatıcı, dolayısıyla aldanmamamız gereken bir görüngüye dönüşmüştür. Örtünün altında hakikat saklı. Ve yaşarken yeryüzünü değil, çokluğun altındaki değişmeyen hakikati, hakikatin bize vaad ettiği öte dünyayı, yani ölümü özlüyoruz. Yaşarken ölümü özleyenler olsa olsa yaşayan ölülerdir. Gerçi geleneksel toplumlar hakikatin örtüsüne özenle yaklaşıyor, kutsalı inciltmemeye çalışıyorlardı ama kapitalizm öyle mi? Yeryüzünü yıkma projesidir. Ve kapitalizm yeryüzünü yaşayan ölülerin mekânına çevirmiştir. Yeryüzünü yadsıyan, yadsımakla kalmayan, tüm enerjisini yeryüzünün yıkımından alan kapitalizm insanları beton lahitlere kapatmış, doğanın çokluğunu yok ederken metaları çoğaltmıştır. Metaların çokluğu doğanın yıkımı demektir. Doğanın türleri yok olurken, ambalajları içinde meta türleri ve atıklar kaplıyor her yeri. Ve çokluktan anladığımız, beton tapınaklardaki, AVM’lerdeki şık ambalajlarının içindeki metalardır. Metalara tapınıyoruz ve tıpkı eski Mısırlılar gibi ölüm yolculuğunda bize eşlik etsin diye lahitlerimizi metalarla dolduruyoruz.

Sırf tüketen ve tükettikçe doğanın yıkımına katılan yığınlar sonuçta ölümü arzulayan, ölümü bulaştıran zombilerdir. Kapitalizm yaratıcıdır, yıkarak yaratıyor ve bugün de zombileri yaratmıştır. Popüler kültürü zombilerin işgal etmesi, popüler olanın zombileşmesinden kaynaklanıyor. Popüler olan sadece ve sadece tüketmeye odaklanmıştır. Ve popüler olan doğanın içkin kalıcılığı yerine gelip geçiciliği, gösteriyi yüceltiyor. Kıyametten önceki son günleri yaşıyoruz sanki, gelecekleri olmayan insanların her şeyi, birbirlerini bile tükettikleri çılgın bir gösteri. Kapitalizm kıyametten önceki son gündür. Günü yaşayan, hazların peşinden koşan, yeryüzünü tüketenlerin zamanı. Topyekûn yıkım öncesi son çıkıştayız; bir an önce kapitalist otoyoldan ayrılmalı, ara yollara sapmalı, doğayla, yaşamla buluşmalıyız. Unutmadan, doğa hiçbir şeyin örtüsü değildir, tüm çeşitliliğiyle yaşamın ta kendisi. Hakikat uğruna doğanın örtüsünü kazıdığınızda altından sadece ölüm çıkıyor.

Çiçekli zamanlardayız. Devletin park ve bahçesindeki çiçekler nedense pop starları hatırlatıyor bana ya da ölümü. Gözlerimiz çiçeklere takılıyor ama yaprakları göremiyoruz, tıpkı sıradan insanların öykülerini göz ardı ederken starların hayatlarını göklere çıkarmamız gibi. Çiçek fotoğrafı paylaşanlar magazin izleyicilerine benziyor. Yaprakları paylaşmıyorlar, çünkü yapraklar, gün ışığında su ve karbondioksitten organik madde ve oksijen üreten emekçilerdir, yeryüzünün emekçileri. Yaşam, inorganik ile organik madde arasındaki bitimsiz geçişlerdir ve emekle yaratılır. Hakikati mi arıyorsunuz? Çiçeklere değil, yapraklara bakın!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder