12 Nisan 2018 Perşembe

NEREDEN ÇIKTI BU ZOMBİLER?


RAHMİ ÖĞDÜL
13.04.2018

Yaratmayı yıkımla eşleştiren avangard sanatın mottosunu hatırlayalım, Picasso söylemişti: “Her yaratıcı hareket bir yıkımla başlar”. Bu mottonun kapitalist karşılığı “yaratıcı yıkım”dır. Joseph Schumpeter, “Kapitalizm, Sosyalizm ve Demokrasi” (1950) adlı kitabında kapitalizmin doğasını tanımlamıştı: “Kapitalizm, doğası gereği ekonomik değişim biçimi ya da yöntemidir. Asla, ama asla durağan olamaz. Yaratıcı yıkım olgusu kapitalizmin asli olgusudur.” İktidar avangarddır ya da avangard iktidardır; yıkarak yaratıyor kendini ve yıktıkça yeryüzünü felakete sürüklüyor. Ve yıkımdan geriye kalanlarla kendi canavarlarını yaratıyor. Yarattıkları, yıkıma yazgılı bedenlerdir.

Modern zamanlar, bedenlerin parçalandığı ve parçalardan canavarların yaratıldığı zamanlardır. Sanat tarihçisi Linda Nochlin “Parçalanmış Beden/Modernitenin Metaforu Olarak Parça” (2001) kitabında 18.yy’ın sonundan itibaren sanatta bütünlüğün nasıl yitirildiğini ve bir imge olarak bedenin nasıl parçalandığını anlatmıştı. Modern zamanlarda bedenin, bir metafor olarak değil, gerçekten parçalandığı zamanlar olmuştur, giyotinli zamanlar. Ressam Theodore Géricault’nun 1818-19’da beden parçalarını kullanarak yaptığı tablolarda, beden bütünlüğünü yitirmiş, kesik başlar, kollar, bacaklar yan yana yerleştirilmiş. Ve aynı yıl, 1818’de Mary Shelley, ceset parçalarını birbirine dikerek kendi canavarını yaratan doktor Frankenstein’ın öyküsünü yayımladı. Tıpkı doktor Frankenstein gibi, kapitalizm de toplumsal bedeni parçalamış ve parçaları fabrikalarda bir araya getirerek proletaryayı yaratmıştı. Yaratıcı yıkım kendi canavarlarını üretiyor. Edebiyat eleştirmeni Franco Moretti, Frankenstein’ın canavarından söz ederken, “tıpkı proletarya gibi o da kolektif ve yapma bir yaratıktır. Doğada bulunmaz, insan elinin eseridir” diyor ve ekliyor: “Canavarın bedeninde yeniden bir araya getirilip hayata döndürülen şey, feodal ilişkilerin çözülmesiyle suça, yoksulluğa ve ölüme sürüklenenlerin, yani yoksulların vücutlarının parçalarıdır” (Mucizevi Göstergeler, Metis).

Kapitalizm, yarattığı canavarın kendini yok edeceğini anladığı an, bir kez daha yaratıcı bir yıkımla ondan kurtulmayı başardı. Fabrikalarda bir araya gelen yoksulların vücut parçaları proletarya olarak dirilince ve karşısına dikilince, kapitalizm her zamanki gibi yine bağları kopararak, parçaların dikiş yerlerini sökerek gerçekleştirmiştir yaratıcı yıkımını. Bir araya gelerek bedenleşme fırsatı yakalayan parçalar, yeniden parçalanmış ve geriye, yürüyen cesetler, zombiler kalmıştır: “Zombiler konuşmazlar, beyinsizdirler, zombiye dönüşmeden önceki hayatlarını veya bağlılıklarını hatırlamazlar, kayıtsız bir kalabalığa katılarak ve sayıca katlanarak büyürler. Bulaşıcı bir hastalığa benzerler, anlamsız fakat doymak bilmez açlıklarıyla son canlıya kadar silip süpürmek ve nüfuz alanlarını kıyamet gününe dek genişletmek isterler” (Roger Luckhurst, Zombiler, Koç).

Zombiler düşünmezler, çünkü iktidarın düşünen, eleştiren, sorgulayan, direnen ve direndikçe kendi mekânlarını yaratan diri bedenlerden canı çok yanmıştır. Ve toplumsal bedeni, geriye sadece zombiler kalıncaya dek parçalamaya kararlı. Zombi üretmek için ilk önce belleği yıkmak gerekecek, önceki hayatlarını ve bağlılıklarını hatırlamasınlar diye. Kentsel dönüşümde yıkılan belleklerimizdir. Dirilişler yaşadığımız, bedenleştiğimiz mekânlar ve meydanlar yıkıldıkça geçmişi ve geleceği olmayan ve hep şimdide yaşayan zombilere dönüştük. Ve kayıtsız bir kalabalığa katılarak ve sayıca katlanarak AVM’leri dolduruyoruz şimdi. Doymak bilmez bir açlıkla tüketiyoruz; tükettikçe, yeryüzüyle birlikte tükeniyoruz.

Ayaklarını sürüyen, hantal zombiler evrim geçirmiş ve hızlanmışlardır. Çünkü “Black Friday” gibi marketlerin indirim günlerinde metaları kapabilmek için hızlanmaları gerekecekti. İşlerine yarasın ya da yaramasın, sırf tüketme hazzıyla önlerine çıkan her şeyi silip süpürürler. 2002 tarihli “28 Gün Sonra” filminde zombiler atikleşmiş ve avlarının peşinden koşmaya başlamışlardır. Ve “Ölülerin Şafağı” filminin yeniden çevriminde (2004) zombiler gerçekten hızlıdır. 2018’e geldiğimizde, her yeri istila ettiklerini, ölüm severliklerini her yere bulaştırdıklarını görebilirsiniz. Ve artık düşünmenin, eleştirmenin, sorgulamanın ortamı akademi bile zombilerin işgali altındadır. Zombilik bulaşıcıdır. Aman, dikkat edin, bulaşmasın! Ne diyordu zombi?: “İsyan edemem, çünkü iradem yok! Tek bildiğim itaat etmek, çünkü BEN BİR ZOMBİYİM!” (bkz Luckhurst).




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder