23 Mayıs 2017 Salı

ÖLMEYE DEĞİL, YAŞAMAYA YATMAK

Frida Kahlo, "Kökler", 1943

Nele Azevedo, "Minimum Monument", 2009

Asanga Amerasinghe
RAHMİ ÖĞDÜL
19.05.2017

Toplum buz kesilmiş. Bedenlerin sıcaklığı eksinin altında. Yüzeyde kalın bir buz tabakası, tenler donmuş. Egemenler tüm neşeli ritimleri, yaşam sevincini yüzeyde yakalayarak buz tabakasına gömüyor. Ve parlak yüzeyler görüyoruz her yerde, buzun parlaklığı. O kadar parlaklar ki gözümüzü alamıyoruz. Hiperrealist sanatçıların resmettikleri türden bir parlaklık var nesnelerin yüzeyinde. Nesneleri yansıtıcı bir yüzey olarak resmederek fotoğraftan daha gerçek yüzeyler yaratan tablolar, hatta gerçekten daha gerçek. Ve doğrudan birbirimizin yüzüne bakmak ve acılarımızı, sevinçlerimizi, duygularımızı paylaşmak, birbirimize dokunmak yerine, buzdan yansıyan görüntülerle dolayımlıyoruz ilişkilerimizi. Yüzeyde tüm tepkilerimiz, dışavurumlarımız, mimiklerimiz, jestlerimiz kaskatı ve soğuk; donmuş bir mekân ve zamanda buzdan kalıplar olarak poz vermekten başka bir şey gelmiyor elimizden. Parlak yüzeyler buz pateni yapmaya yarıyor sadece. Tüketim toplumunun parlak yüzeyli nesneleri arasında kaydıkça nesneler arası ilişkileri yüceltirken, insani ilişkileri ayaklarımızın altına alıyoruz. Çünkü tüm insani ilişkiler ve yaşam paten yaptığımız buz zemine gömülmüştür.

Duygular da haliyle buz tabakasının altında yoğunlaşıyor. Buz kesilmiş ‘ben’in dışına çıktığınızda hissedebileceğiniz bir duygu yoğunluğu. Yüzeydeki ‘ben’ler kalıplardır, buzdan kalıplar. ‘Ben’ demeyi bıraktığınızda, duyguların doğaları gereği yoğunlaştıklarını ve birbirine karışıp alttan alta akmayı sürdürdüklerini duyumsayacaksınız; bir olaya hazırlanıyorlar; duyguları donduramazsınız. Duygular ve su; her ikisi de donmuş yüzeyin altında yaşamı saklar. Donmuş bir göle baktığınızda yaşam göremezsiniz önce; yaşam bir yoğunluk olarak şimdilik derine inmiş ve göl ölmeye değil, yaşamaya yatmıştır. Yaşam bir yoğunluk olarak derinlerde yavaşça devinirken, bu yavaşlık bir olayın hızını da biriktirir içinde. Yaşamın tamamen donmasını önleyen suyun yoğunlaşma özelliğidir, tıpkı duyguların yoğunlaşması gibi. Su, artı dört derecede en yoğun hâle gelir ve yoğunlaşan su dibe çöker; yüzey buz tutsa da derinlerde yaşam sürecek. Bedenler de öyle; jestlerimiz, dışavurumlarımız, mimiklerimiz kaskatı kesilse de yoğunlaşan duygular derinlerde yavaşça akarak neşenin, yaşam sevincinin sıcaklığını biriktirirler içlerinde.

Bir insan niye kalkışır açlık grevine, ölüm orucuna? Ölmeye değil tabi ki, yaşamaya ve yaşatmaya yatmıştır. Buz kesilmiş yüzeye rağmen yaşamı ve duyguları yoğunlaştırmak, yitirilmiş yaşamı duyumsatmak için. Tüm toplumsal bağları koparıldığında ve buz içinde yalıtıldığında bedeninizi yaşamaya yatırmaktan başka bir çözüm bulamayabilirsiniz; yaşamın kudretini bedeni eksilterek göstermek için. Bedenler klişelerle, ölü imgelerle doldurulmuş ve dondurulmuştur. Donmuş yüzeyde bir boşluk yaratmak gerekecek. Ve toplumsal bağları kesilerek güçsüz bırakılmış kırılgan bedenler, canları pahasına da olsa bu boşluğu yaratmaya kalkışabilirler, kendilerini eksilterek yaşamı görünür kılmak için. Yoksun bırakıldığımız toplumsal ve yaşamsal bağları çıplak yaşamlarıyla yeniden yaratmayı, bedenlerini bir yaşam aletine dönüştürmeyi amaçlamış olabilirler, yaşam sevincini bulaştırmak için. Bir çığlıktır bu! Duyguların yoğunluğuyla kudretlenmiş yüreklerin çığlığı. Ve bu çığlık, bir bıçak gibi buzu çatlatabilir.

Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın yürek atışlarıyla sarsılıyor şimdi donmuş zemin, hissetmiyor musunuz? Buzdan saraylarınızda yaşarken, “Nereden çıktı?” bu yürek atışları diyebilirsiniz. Unuttunuz mu? Buz tutmuş bedenlerin altında yaşamaya yatmış kocaman yürekleriniz var. Yürekleri öldüremezsiniz. Edgar Allan Poe’nun ‘Geveze Yürek’ öyküsündeki gibi öldürdüğünüzü zannedip zemine gömseniz de yürek atmaya devam edecek. İşitmiyor musunuz? Duymamak için televizyonun sesini daha fazla açıyor, daha fazla gömülüyoruz gündelik uğraşlarımıza. Numara yapmayın. Öykünün kahramanı da gömdüğü yüreğin şiddetli vuruşlarına dayanamış ve sonunda itiraf etmişti: “‘Alçaklar’ diye bağırdım, ‘Daha fazla numara yapmayın! -Döşemeleri kaldırın! Burada! Burada!” Çıkaralım yüreklerimizi artık ve birbirimize gösterelim; bakın, o zaman nasıl da buzlar eriyecek!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder