21 Ekim 2016 Cuma

DURMADAN YAZMAK: KÂĞITLARA VE MEYDANLARA

Jodi Harvey-Brown

Jodi Harvey-Brown

Jodi Harvey-Brown
RAHMİ ÖĞDÜL
21.10.2016

Düşlerimizi kurutmak istiyorlar ve öfkeyle patlayan duyarlılığımızı. Çorak bir ülkede cılız çocuklar görüyorum; yüzlerinde, kurumuş düşlerden kalma yıldız tozları. Yıldız tozlarını parlatmanın ve çoğaltmanın zamanı şimdi, ümitsizliğin değil; yazarak, boş kâğıtlara ve boşaltılmış meydanlara. Yazmak bir eylem biçimidir, eylem de bir yazma biçimi. Yazmak, kâğıdın boş uzamında kendi yolunu ve oluşunu arayan sözcüklerin, kavramların yaşamla kesişerek, birleşerek yeni anlamlar devşirdikleri ve yaşamı çoğalttıkları bir eylemdir. Eylemse, kamusal mekânlarda, sokaklarda, meydanlarda bedenlerin başka bedenlerle keşişerek, birleşerek kendi mekânlarını yarattıkları ve yine anlamın ve yaşamın çoğaltıldığı bir yazma biçimi. Her ikisinde de yaşam bedenin içinden geçerek, umudu ve neşeyi kılcal damarlarımıza kadar hissettirir bize ve kabuklarımızı kırmak için kışkırtır. Boş bir kâğıda ya da boşaltılmış meydanlara bedenimizle yazı yazmaktan vaz geçmek, yaşamaktan vazgeçmektir. Anlatacak ve yaşanacak o kadar çok öykümüz var ki bizim, hiçbir zaman kurumayacaklar; kurutamayacaklar düşlerimizi! Henüz dillendirilmemiş öykülerimiz olacak hep. Katlanılamaz olan, bunları dile getirememektir. “Anlatılmamış bir öyküyü içinde taşımaktan daha büyük bir ıstırap yoktur” diyor yazar Maya Angelou.
Ama yazmayı sadece yaşanmış olanla sınırlamaktan da daha katlanılamaz bir şey olamaz. Mevcut gerçekliği, olup bitmiş şeyleri yazmak ve olup bitmişin içinde sıkışıp kalmak. Yaşanmışlıklarını süsleyip püsleyip yazanlar, kendi üzerlerine kapanmış ve yaşanabilir olanı dışarıda bırakmışlardır. Öyle bir anlatır ve anlatılarını olup bitmişlikle kapatırlar ki kaçacak delik arar, yaşamın akışına katılmak için fırsatını kollarsınız; bir monoloğun ağırlığıyla sizi kederli duyguların içine çekecekler. Yazının olup bitmişe bir form giydirme meselesi olmadığını, aksine oluşla ilişkili olduğunu Deleuze hatırlatır bize: “Yazmak, yaşanmış bir malzemeye bir biçim, bir ifade biçimi dayatmak değildir… Bir süreçtir, diğer bir deyişle yaşanabilir ile yaşanmış olanı boydan boya kat eden bir yaşam geçişidir. Yazı oluştan ayrılamaz.” Yazı ve sanat bu oluş halini, bitmemişliliği duyumsatan yeni bir dil bulur her zaman. Resimde yeni bir dil yaratan J.M.W. Turner’ın, fırtınanın resmini yapabilmek için fırtınaya yakalanmış bir geminin direğine kendisini bağlaması gibi, yaşamın, oluşun tam göbeğine yerleşmeliyiz; zira yaşamın, olup bitmiş şeyleri seyredeceğimiz bir kıyısı yoktur, kandırmayalım kendimizi.

Bize istikrarı ve olup bitmişliği dayatan iktidarın hayali bir kıyısı olabilir ama yaşamın akışını duyumsamış bir yazar yazmanın akış olduğunu bilecektir: “Yazmakta ne var ki? Tüm yapacağınız, bir daktilo başına oturup akmaktır.” Hemingway’in kullandığı ve “akmak” olarak çevirdiğimiz İngilizce “bleed” sözcüğü aynı zamanda “kanamak” anlamına da geliyor. Kabuğunuzu kırdığınızda, içinizde akan sıvılar yaşamın akışına katıldığında yaşam olmuşsunuzdur ve artık damarlarınızda akan yaşamdır. Ve akış, sözcüklerin kabuğunu da çatlatmış ve içlerine yaşam sızmıştır. Yazarken, hep aynının geri döndüğü sabit bir peyzajı bize dayatan iktidarın tuvalini ve çerçevesini parçaladığınızı ve gerçeğin gerçek olmadığını kavrarsınız. Çünkü gerçek, şimdinin içinde yüzeye çıkmış, geçici bir formdur. Ama akışın bu formu alaşağı edeceğini ve yeni bir formu yüzeye çıkaracağını bilmek, umudun ta kendisidir. Boş bir kâğıt ve kamusal mekânlar, yeni formun ortaya çıkacağı dölyataklarıysa, boş kağıtlara, boşaltılmış meydanlara yazmak, bedeni doğuma, yolculuğa hazırlamaktır. Her doğum yeni olana bir yolculuktur çünkü.

Şimdi gemilerimizi donatmanın zamanı. Sözcüklerimizi ve kavramlarımızı çekelim direklere. Ve rüzgârları bekleyelim. Çok geçmeden sözcüklerimizi ve kavramlarımızı şişirmeye başlayacak rüzgârlar ve dalgalı denizde yol alacağız. Bizim umuttan gemilerimiz ve sözcüklerden yelkenlerimiz var. Gemisi olmayanlar düşünsün. “Gemisiz uygarlıklarda düşler kurur, maceranın yerini ispiyonculuk, korsanların yerini polis alır” diyor Foucault. Aman, sakın kurutmayın düşlerinizi! Duyarlılığımız zaten yeni yolculuklara çoktan hazır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder