Barbara Kruger |
Barbara Kruger |
RAHMİ ÖĞDÜL
04.12.2015
Bir fotoğraf karesinde donmuş imgeleriz, iktidar bakışının tutsak aldığı. Bakış, mekân-zaman içinde devinen bedenleri bir kadraj içinde yalıtarak donduruyor. Barbara Kruger’in yapıtındaki fotoğraf karesi sırt üstü yüzen bir kadını ve suyun çalkantılı ortamını dondurmuş ve yüzücünün gözlerine çekilen kırmızı bandın üzerinde iktidar bakışının nesneleştirdiği bireyin düşünceleri: “Aynı anda hem sana bakıp hem de soluk alamıyorum.” Kitle iletişim araçlarından alıntıladığı fotoğrafların üzerine yerleştirdiği iletilerle iktidarın düzenini görünür kılan Kruger’in yapıtlarında “sen” her zaman erildir ve iktidarın fallus düzenine işaret eder. Eril iktidar kendini etkin biçimlendirici kuvvet olarak dayatırken, baktığı her şey biçimlendirilecek, edilgin nesneler haline gelecek. İktidar düzleminde zaman ve mekânın dışına çıkarılmış edilgin varlıklar olarak yer alabiliriz ancak ve bu edilgin nesnelerden bir düzen kurar kendine. Devinmeyen, soluk almayan, ölü nesnelere dönüştüğümüzde iktidara bakıp aynı anda soluk almak mümkün mü? Gün geçmiyor ki bizi devinimsiz kılan, nefesimizi kesen bir katliamla karşılaşmayalım. Ya toplu kıyımlara ya da bireysel infazlara maruz kalıyoruz. Öte yandan göçmenlere nükleer atık muamelesi yapan Batı’nın dayatmasıyla yerinden yurdundan edilmiş insanların depolandığı bir ambar haline geliyor ülke. Havasız, boğucu bir ortamda nefes almak da giderek zorlaşıyor. Tüm hava girişlerinin kapatıldığı, bol oksijenli suları taşıyan dalgaların, düşüncelerin önünün kesildiği bir ülkede hem iktidara bakmak hem de nefes almak olanaksız. İktidarın bakışıyla dondurulmuş durgun bir su birikintisi içindeyiz. Her ne kadar iktidar içme suyu kalitesinde olduğunu iddia etse de giderek oksijen kaynaklarımız tükeniyor ve kokuşan su birikintisinde soluğu kesilmiş, devinmeyen, çürümekte olan ölü nesnelere dönüşüyoruz.
DOĞA KILAVUZUMUZ
Yaşamın akışından koparılıp içeriye hapsedilmiş, hareketsiz, denge durumundaki sular kokuşacaktır, bunu doğadan biliyoruz. Baktığı her şeyi yaşamın akışından koparan ve devinimsiz, edilgin nesnelere çeviren, daha doğrusu yaşamı donduran eril iktidarın düzeni de kokuşacaktır, bunu da kültürden biliyoruz. İktidar düzlemi, hareket edemeyecek şekilde deliklerin içine sıkıştırılmış ölü parçalardan oluşan bir yapboz düzlemidir. İktidarın tasarladığı bütünsel ve tekçi bir resmin görünür kılındığı bir düzlem. Bu düzleme uymayan parçalar derhal bertaraf edilecek ya da çıkıntı yapan kısımları budanarak zorla düzlemdeki deliklere uydurulacaktır; yeter ki iktidarın tasarladığı resim çıksın ortaya. Buna düzen adını verir iktidar. Devinimsizlikten sıkılan, ölü taklidi yapmaktan usanan, deliğine sığmayan, tekçi resmin baskıcı ortamından kurtulmak ve kendilerini gerçekleştirmek isteyen parçalar, özgürlük arayışına yöneldiklerinde iktidar daha fazla düzene gerek duyacaktır. Ve daha fazla düzen, daha fazla çürüme demektir.
Kaosla o kadar korkutulduk ki hemen teslim oluyoruz düzene. Oysa yaşamın doğal akışının ve insanların iktidar olmadan örgütlenmelerinin bir kaos olduğunu söylemek tam bir safsatadır. Yaşam, insanın bedensel ve zihinsel etkinlikleri sayesinde kendiliğinden örgütlenmiştir zaten. Yaşamı kaos olarak ilan eden iktidar, bir düzen yaratıcı (kozmokratör), üçüncü şahıs olarak kendini araya sokup ilişkileri dolayımlayan ve bundan kendine pay çıkarandır: “Ben olmasam düzen ve istikrar olmaz.” Ama iktidarın düzeninden de düzen çıkmaz. İlk bakışta bir paradoks gibi görünse de düzen düzensizliği besliyor, fiziğin kuralı. Termodinamiğin ikinci yasasına göre, yaşamın akışından koparılmış kapalı bir sistemde entropi, yani düzensizlik artacaktır. Sırf iktidarın keyfi olsun, yapbozun düzeni bozulmasın diye daha ne kadar ölü taklidi yapacağız? Barbara Kruger, bizi susturan eril iktidarı gösteren bir başka yapıtında, biz ölülerin düşüncelerine yer vermiş: “Senin rahatın, bizim sessizliğimizdir.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder