RAHMİ ÖĞDÜL
12.06.2015
Felaketleri çok seviyorum. Çünkü ne zaman bir felaket olsa kapitalist otoyolların tıkandığını, kapitalizmin çizgisel, ilişkisiz, yalıtılmış ortamlarının kırıldığını ve yerine ilişkisel bir mahallenin kurulduğunu görüyoruz. Deprem sonrası ya da Gezi Direnişi sırasında yaşananlara bakın. İster doğal felaket olsun isterse toplumsal; her ikisinde de birbirimizle hiç olmadığı kadar yakınlaştığımızı ve aramızda yeni bağlar icat ettiğimizi fark ediyoruz. İlle de bir felaketi niye bekliyoruz peki? Neden bir felaket gibi yaşamıyoruz?
İktidarın bize olağanmış gibi dayattığı yaşam biçiminin aslında bir felaket olduğunu anladığımızda ve felaketmiş gibi sunulanı olağanlaştırdığımızda değişecek her şey. İlişkisiz kent ortamları içine hapsedilmiş bireylerin doğaya ve topluma yabancılaştığı bir durumu olağan olarak kabul ettirmek, ciddi bir ideolojik çalışmayı gerektirir. Ve kapitalizm bunu başarmış, tüm zihinleri kendi otoyoluna kilitlemiştir. Çizgiselliğin hız otoyolunda gaz pedalımıza sonuna kadar basan iktidarın zorlamasıyla çılgın gibi hız yapıyoruz ve bizden istenen sadece direksiyonu kırmadan, şerit ihlali yapmadan taşıtlaşmış bedenlerimizi sürmektir. Yolun sonunda dipsiz bir uçurum var oysa; dünyayla birlikte içine düşeceğimiz bir uçurum. Bundan daha büyük felaket olur mu?
HIZ TUTSAKLIĞI
Peki, bize felaket olarak sunulan nedir? Doğanın ya da insan doğasının, kendisine dayatılan çizgiselliği ve katılığı kırmasıdır. Kapitalizmin hız otoyollarını parçalaması ve şeritlere hapsedilmiş hız tutsaklarını kurtarmasıdır. Doğayla ve aramızda yeni bağlar kurmamızdır. Doğanın dilinden kopup kentin çizgisel dili içine hapsoldukça bu dili kıran doğayı felaket olarak adlandırıyoruz. Ve her seferinde kentin çizgisel dilini kıran doğa bizi kekelemek zorunda bırakıyor. Kekeledikçe dilimiz doğanın akışına daha çok yaklaşıyor ve birbirimizi daha iyi anlıyoruz. Ne çok kekelemiştik Gezi’de; tüm duvar yazılarında iktidarın söylemini ne de çok kekeletmiştik.
Peki, bize felaket olarak sunulan nedir? Doğanın ya da insan doğasının, kendisine dayatılan çizgiselliği ve katılığı kırmasıdır. Kapitalizmin hız otoyollarını parçalaması ve şeritlere hapsedilmiş hız tutsaklarını kurtarmasıdır. Doğayla ve aramızda yeni bağlar kurmamızdır. Doğanın dilinden kopup kentin çizgisel dili içine hapsoldukça bu dili kıran doğayı felaket olarak adlandırıyoruz. Ve her seferinde kentin çizgisel dilini kıran doğa bizi kekelemek zorunda bırakıyor. Kekeledikçe dilimiz doğanın akışına daha çok yaklaşıyor ve birbirimizi daha iyi anlıyoruz. Ne çok kekelemiştik Gezi’de; tüm duvar yazılarında iktidarın söylemini ne de çok kekeletmiştik.
Bir turntable setinin başındaki DJ gibi mesela. Hep aynı şeyleri tekrarlayan bir plağı “scratching”lerle kekeleten bir DJ’in ustalığı. İktidar, doğanın dilini hiçe sayarak yarattığı dili durmadan yinelerken bizi yapay bir ortamın süs bitkilerine/hayvanlarına dönüştürüyor. Ya da sahibinin sesini tekrarlayan plaklara. Doğa, usta bir DJ gibi iktidarın çizgisel otoyollarını, dil şeritlerini kırıyor; kürsüdeki hamasi seçim konuşmasında hız yaparken, birden ara yollara sapıyor ve seks cumhuriyetinden bahsederken buluyoruz kendimizi: “Seks, cumhuriyetten bahsediyor. Cumhuriyetin her vilayetine gitti mi?” Doğa, doğruyu söyler ve söyletir her zaman; seks, cumhuriyetten bahseder gerçekten de. Arzu akışlarının dalgalar halinde yayıldığı ve tüm bedenlerin birbirine bağlandığı bir cumhuriyet. Evet, seks iktidara rağmen, yeryüzünün ve bedenin her vilayetine gider. Georges Bataille da dünyanın bir seks cumhuriyeti olduğunu ilan etmiştir: “Dönme ve cinsel hareket iki temel devinimdir; bunların birleşimi lokomotifin teker ve pistonlarında dışa vurulur. Bu iki devinim karşılıklı olarak birbirine dönüşür ve dünyayı döndüren şey, üzerindeki cinsel edimlerin çokluğudur ya da dünyanın kendi etrafında dönmesi, cinsel birleşmenin pistonlarını çalıştıran şeydir.”
USTA DJ DOĞA
Kentlerin, bedenlerin, dilin çizgiselliğini kıran, sahibinin sesini tekrarlayan plakları kekeleten usta bir DJ’dir doğa. Felaket kapitalizmin çizgilerini her kırdığında, seks cumhuriyetinde yeni evlilikler icat ederek birbirimizi ve doğayı yeniden keşfediyoruz. Sonra doğanın katı ve çizgisel olanı hiç sevmediğini hemen unutuyor ve doğaya rağmen kenti düz çizgilerle, dik açılarla katılaştıran Le Corbusier’ye inanıyoruz: “İnsan dosdoğru yürür, çünkü bir hedefi vardır... Eşek zikzak çizer.” Oysa eşeklerden öğreneceğimiz ne çok şey var. Bir felaket gibi yaşamak, doğanın eğri ve zikzaklı yollarından geçiyor.
Kentlerin, bedenlerin, dilin çizgiselliğini kıran, sahibinin sesini tekrarlayan plakları kekeleten usta bir DJ’dir doğa. Felaket kapitalizmin çizgilerini her kırdığında, seks cumhuriyetinde yeni evlilikler icat ederek birbirimizi ve doğayı yeniden keşfediyoruz. Sonra doğanın katı ve çizgisel olanı hiç sevmediğini hemen unutuyor ve doğaya rağmen kenti düz çizgilerle, dik açılarla katılaştıran Le Corbusier’ye inanıyoruz: “İnsan dosdoğru yürür, çünkü bir hedefi vardır... Eşek zikzak çizer.” Oysa eşeklerden öğreneceğimiz ne çok şey var. Bir felaket gibi yaşamak, doğanın eğri ve zikzaklı yollarından geçiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder