12 Şubat 2015 Perşembe

KAPORTASI ÇARPIK HAYAT

Mimi Torchia Boothby

RAHMİ ÖĞDÜL
13.02.2015
O  yaz durmadan kazıdım, çeliğe ulaşana kadar. Ortaokuldaydım; yaz tatilinde bir kaportacının yanında çalışmamı, hayatın zorluğunu öğrenmem ve okuluma daha çok asılmam için babam önermişti. Çarpık kaportaların boyalarını kazırken, araba motorundan çıkma sekmanları kullanıyorduk. Boyasını kazıdığımız çıplak çeliği önce kalfa çekiciyle düzeltiyor, sonra usta, duyarlı ellerini soğuk çeliğin üzerinde gezdirerek ince çekiç vuruşlarıyla son düzeltmeleri yapıyordu. Kazımak önceleri bir çocuk oyunu gibiydi. Avuç içlerim su toplamaya ve canım yanmaya başlayınca, çok geçmeden bunun bir oyun olmadığını anladım. Acıya rağmen katlanmak zorunda olduğum bir işti artık.
 
HER ŞEY GÜLLÜK GÜLİSTANLIK MI?   
Hayatın ilk yıllarında oyun olarak yaklaşıyoruz her şeye. Sonra hayat üzerimize yıkılırken tüm oyunlar katlanmak zorunda olduğumuz bir işe dönüşüyor ve tüm çarpıklığıyla görüyoruz hayatı, eşitsizlikleri, sömürüyü. Kimimiz aldırmadan, kuralları bizden önce konulmuş bu çarpık oyunu sürdürüp yükselmenin yollarını keşfediyor. Kimimiz ise canının yanması pahasına, elindeki sekmanı ve çekiciyle yüzeyleri kazımaya, hayatın çarpık kaportasını düzeltmeye devam ediyor. Yüzeydeki çarpıklığın katmanlarının altında yatan asıl yüzeyde, tözde yattığını düşünüyoruz çokça; yüzeydeki katmanları kazıyıp altta çarpık olanı, dayanağı düzeltince her şeyin güllük gülistanlık olacağını sanıyoruz. Kimimiz ise töze aldırmadan yüzeydeki çarpıklıkları yüzeysel çözümlerle, dolgularla gideriyor.
 
HERKESİN BİR SEKMANI VAR! 
Toplumun kaportasındaki çarpıklıkları gidermek için üzerini kaplayan katmanları kazıyarak altında yatan soğuk çeliğe ulaşmanın mümkün olduğunu, üzerindeki gereksiz niteliklerden kurtulup hayatın özünü yakalayacağını sananlar, Aristoteles’in töz kavramına sarılıyor; gereksiz süslemelerden, taramalardan kurtulmuş bir hayat. Ama elimizde kala kala, tüm niteliklerinden arınmış ölü bir nesne kalıyor. Ve niteliklerle çeşitlenerek zenginleşen hayatı farkına varmadan ya da vararak olumsuzluyoruz; hayatın rengârenk, kaleydoskop gibi görünümü bir yanılsamadır ya da Budistlerin adlandırdığı gibi Maya. Oysa kazıdıkça hep yüzeylerle karşılaşıyoruz. Herkes, kendi özünü ya da icat edeceği tözü, dayanacağı sağlam zemini bulmak istiyor; herkesin elinde sekmanlar, birbirlerinin dayanağını yok etme pahasına kendi dayanaklarını bulmak için kazıma işlemini sürdürüyor. Yüzey üzerine yüzey.
Yüzeyi kazıyıp altta yatana ulaşma çabasının tehlikesi, kıvrım üzerine kıvrım yaparak gelişip serpilen yaşamın kıvrımlarını yok etmektir. Katmanlar birbiriyle sonsuzca kıvrımlaşarak bir kıvrım denizi gibi yayılırken, elimizdeki sekmanlarla bu kıvrımları yok ettikçe aslında hayatı da yok ediyoruz. İlk örneğe, bozulmamış töze ulaşma çabamız yaşamı yok etme, yaşamı olumsuzlama çabasına dönüşebiliyor. Faşizmde olduğu gibi kendini bir katmana dayandıran, tasarlanıp yeniden icat edilmiş bir gelenek, diğer tüm yaşam biçimlerini, kıvrımları gereksiz süslemeler ve taramalar olarak tamamen silebiliyor.
 
ALACALI BULACALI BİR YUMAK
Ressamın tuval üzerinde çabasına benziyor çokça yaptıklarımız. Kimi ressamlar tuvalin yüzeyine, kurumalarını bekleyerek birbiri ardınca kalın boya katmanları sürüyor; ardından da kazıyarak altta yatan katmanları görünür kılıyor. Oysa hayat sıvıdır ve kurumaya fırsat bulamadan yüzeye sızan boya katmanları birbirine karıştığında, lekeler halinde yüzeyde birbiriyle dolaşıp ebruli bir doku yarattıklarında, artık katmanlardan söz etmek mümkün değil. Katmanlar birbirine karışarak kıvrımlaşmıştır. İnsan da doğanın ve kültürel katmaların birbirine karıştığı alacalı bulacalı bir yumaktır; hangi kültürde yaşarsa yaşasın bünyesinde başka, yabancı kültürlerin izlerini taşır ve bu haliyle diğer canlılarla birlikte ebruli bir kıvrımdır yeryüzünde. Ellerimizde sekmanlar, kıvrımları kazıdıkça insanı da kazıyoruz yeryüzünden. Ve icat edilmiş bir yüzeye ya da sinek kâğıdına yapışıp kalmış cesetler yaratabiliyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder