Igor Morski |
RAHMİ ÖĞDÜL
09.01.2015
İktidarın bir evcilleştirme alanı olarak yarattığı ütopyasında, doğrusal iple kendine bağladığı kuklaların distopyası. İktidarın ütopyası, bizim distopyamızdır.
İktidar, bir
labirent gibi kapatıyor ülkeyi, merkezinde kendisi. Paleontolog André Leroi-Gourhan ilk yerleşiklerin mekânını, merkezinde tahıl ambarı olan, eş merkezli
halkalar şeklinde tanımlamıştı. Hiyerarşik toplumlarla birlikte bu merkez,
iktidarın yerine dönüştü. Rönesans’ta ortaya çıkan ütopyalar da aynı mekânsal
örgütlenmeyi yineliyor: tek bir merkez etrafında yayılan halkalardan oluşan ve yerleşikleri
doğadan, çokluktan koruyan ve mutlak düzeni, tekçi anlayışı dayatan mekânsal
örgütlenme.
İç içe
geçmiş halkalardan oluşan labirent, kendi tekçi anlayışını korumak, dışarıdan
gelebilecek ve gelmesiyle birlikte merkezi çökertecek olan çokluğun içeri
sızmasını önlemek için iktidarın inşa ettiği karmaşık bir mekândır. Çokluk
labirentten dışlanmıştır. Çemberin içine dâhil olanlar, çemberin içindeki tekçi
düzene, hiyerarşiye boyun eğenlerdir; yani inisiye olanlar labirentte girebilir
sadece. Labirente kabul edilmek için bir inisiyasyon töreni gereklidir. İnisiasyon sözcüğü bir yere girmek, kabul
edilmek, başlamak anlamlarına gelen latince “initium” sözcüğüne dayanır.
İktidarın düzenini ve disiplinini kabul edenler (inisiyeler), labirentte hangi
yolu izleyeceklerini bilirler. Labirentin karmaşıkmış gibi gözüken yolunu çözüp
merkeze ulaşabilmek için Theseus ve Minotauros mitinde olduğu gibi bir ipe
gerek vardır her zaman. İnisiye olanları bu ip merkeze, yani iktidara
bağlamıştır. Theseus, ip sayesinde merkeze ulaşmış, Minotauros’u öldürüp kahraman olabilmiştir ya
da bir politik grup merkezi ele geçirdiğinde iktidardır. Yahut kişi, spiritüal
bir yolculuğa çıkmıştır; Osmanlı tarikat geleneğindeki “seyru süluk”,
merkezdeki bilgiye ulaşmak için çıkılan yolculuk demektir, merkeze ulaştığında
kemale ermiştir artık. “Süluk” sözcüğü yol anlamının yanı sıra ip anlamına da
gelmektedir, merkeze bağlı ip. Ariadne, labirentte yolunu bulabilmesi için ip
verdiğinde Theseus inisiye olmuş ve merkezin yolunu tutmuştu çoktan. Merkezin çekim gücüne kapılanların nasıl da
ellerinin kollarının ve zihinlerinin bağlandığını görüyoruz bugün de.
Merkeze
ulaşmanın bilgisine sahip olan kişi, labirentin iç içe geçmiş halkalarında
yolunu kolaylıkla bulabilir. Yabancı için kafa karıştırıcı olan, yolu karmaşık
hâle getiren eğrilik, inisiye için doğrusal bir ip haline gelmiştir. Ve tüm
ütopyalar, içerinin bilgisine sahip, yüzü hep merkeze bakan, doğrusal bir yol
üzerinde hareket eden mutlak düzenin mutlu insanları içindir. 20.yy’ın şehir
ütopyasını yaratan Le Corbusier de şehrinde eğri çizgileri, kıvrımları ortadan
kaldırmıştır. Çizgiselliği ve dik açıları göklere çıkaran Le Corbusier, eğri
yolları eşeğin yolu olarak tanımlarken labirentini doğadan, çokluktan kesin
olarak ayırır: “İnsan dosdoğru yürür, çünkü bir hedefi vardır... Eşek zikzak
çizer” (Şehircilik, çev. Pelin Kotas, Daimon Yayınları). İktidarın labirentine,
kıvrımlı bir yabancı olan doğa giremez; bu ütopya sadece iktidarın mutlak düzen
merkezine bağlanan doğrusal insanlar için tasarlanmıştır.
“Bir şehir…
insanın doğaya egemen oluşudur. Doğaya karşı insani bir eylemdir” diyor,
kitabının açılışında Le Corbusier. Doğaya kendini kapatmış ve kendi üzerine
kapanmış ütopyaların (olmayan-yerlerin), doğadan, yerden tamamen ilişkisi
kesilmiş, Marc Augé’nin terimiyle, “yer-olmayanlara” (non-place) dönüşmeleri
kaçınılmazdır. Yer-olmayanlarda ne doğa ne de insan vardır; sadece labirentin
merkezindeki iktidarın ipine bağlı kuklalar. 20.yy’ın kentlerini eleştiren John
Fowles, “Geometrik ve doğrusal kentlerin insanları, geometrik ve doğrusal olur”
diye yazdığında (Ağaç ve Doğanın Doğası, Afa Yayınları), yeryüzünün eğri yüzeyinde
bir kıvrım olan insanın ölümünü vurguluyordu. İktidarın bir evcilleştirme alanı
olarak yarattığı ütopyasında, doğrusal iple kendine bağladığı kuklaların distopyası.
İktidarın ütopyası, bizim distopyamızdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder